Neler yeni

Welcome to SATBİL FORUM PAYLAŞIM

Join us now to get access to all our features. Once registered and logged in, you will be able to create topics, post replies to existing threads, give reputation to your fellow members, get your own private messenger, and so, so much more. It's also quick and totally free, so what are you waiting for?

Bir Satbil Forum Efsanesi

Satbil Reklam Alanı

Satbil Forum Reklam

Abdülhamid’in yatak odası

med61

Guest
Local time
01:36
Katılım
22 Mart 2008
Mesajlar
6
Tepkime puanı
8
Puanları
0

Sultan İkinci Abdülhamid bir asır önce bugün tahttan indirilmişti.

“Millet seni azletmiştir!” Yıldız Sarayı Küçük Mabeyn Dairesi’nin beyaz
yağlıboya kapısı önünde Esad Toptanî Paşa’nın Arnavut lehçesiyle çınlattığı
bu kelimeler, 8-10 saniye süren bir sessizlik darbesiyle kesilmişti. Artık gözler
konuşuyordu.

Abdülhamid, yalnız konuşan şahsa değil, Bahriye Feriki Arif Hikmet Paşa’ya,
Ermeni Aram Efendi’ye, Yahudi Emanuel Karasso’ya da bakmış ve gayet
metin bir eda ile “Hal’ etti demek istediniz herhalde. Pekala gösterilen sebep
ne?” diye eklemişti. Bunun üzerine Arif Hikmet Paşa’nın tahttan indirme
fetvasını açıp okuduğu görüldü.


Ne saçmalıklar sayılmıyordu ki? Dinî kitapları yasaklatıp yaktırdığından tutun
da gençleri öldürttüğüne kadar yığınla zırva. Peki iddialar bu kadar kesin
delillere dayanıyor idiyse hükmü neden muğlak bırakmışlar ve ağızlarında
gevelemişlerdi? Çünkü Şeyhülislam Ziyaeddin Efendi bu iddiaların hukuken
ispatlanamayacağını biliyor ve fetva vermeye yanaşmıyordu. Ancak bu
şekilde her anlama çekilecek bir fetvayı verebilir ve İttihatçıların ellerinden
yakayı kurtarabilirdi.


Abdülhamid, fetvada hal için kesin bir karar olmadığını, bu kararı hangi
makamın verdiğini öğrenmek istedi. “Meclis-i Millî” denildi. Güya milletin
meclisinde alınmıştı karar ama kimsenin aleyhte konuşulmasına fırsat
bırakılmadığı gibi, kabul oyu için elini kaldırmayan birkaç kişi olduğu görülünce
Talat Paşa o meşhur sert bakışıyla onları “ikna” edivermişti(?) Yalnız bir tek
itiraz sesi duyulmuştu. Uzun beyaz sakalı titreye titreye ve nemli gözlerini
etrafta gezdirerek “Yazıktır, günahtır” diye söylenen bu kişi, ayan azasından
Yorgiadis Efendi’dir. Tabii etraftan “Alçak, hain, mürteci!” naraları
yükselmekte gecikmeyecektir.


Abdülhamid’in ağzından “33 sene millet ve devletim için, memleketimin
selameti için çalıştım. Hâkimim Allah ve beni muhakeme edecek de
Resulullah’tır. Bu memleketi nasıl buldumsa öylece teslim ediyorum. Hiç
kimseye bir karış toprak vermedim. Ne çare ki, düşmanlarım bütün hizmetime
kara bir çarşaf çekmek istediler ve muvaffak da oldular.” sözleri döküldü
Küçük Mabeyn’e.


Abdülhamid’in en zoruna giden şey de, halifeye dinî fetvayı tebliğ edecek
heyete bir Ermeni ile bir Yahudi’nin dahil edilmiş olmasıydı. Esad Paşa,
sonradan Balkan Savaşı’nda İttihatçılara ihanet edecek, anlı şanlı Mason
üstadı Emanuel Karasso ise tüyü bitmemiş yetimlerin hakkını yiyerek, girdiği
ihalelerden kazandığı deve yükü parayla savaş sonunda İtalya’ya
sıvışacaktır.


Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucularından Albay Hüsamettin Ertürk’ün “İki Devrin
Perde Arkası” (1964) adlı hatıralarında Abdülhamid’in 1909 yılında Selanik
sürgününde Debreli Zünnün adlı bir dostuna şöyle dediğini aktarmaktadır:
“Göreceksiniz yüzbaşım! İttihatçılar Turancılık gayretiyle hem Rusya, hem de
İngiltere ile bir savaşa girerlerse Allah göstermesin Osmanlı’nın parçalandığına
şahit olacağız. İnşaallah böyle bir güç gösterisine girmezler.” Ertürk, sonraki
olaylara bakınca “1909’da bu konuşmayı yapan Abdülhamid’e, uzakları gören
bir hükümdar demeyip ne diyeceğiz?” diye soruyor haklı olarak.


Cevabımız yok. Var aslında ama nerede?


Yıldız Yağması’na uzanalım ve oradan bir ibret kıvılcımı çaktırmaya çalışalım.
Tam bir “Han-ı Yağma”dır yaşanan. (Tabirin nereden geldiğini biliyorsunuz
değil mi? Eskiden zengin ağalar yılda bir gün aileleriyle birlikte evlerini terk
eder ve hanelerini yağmaya açarlarmış. O gün halk eve hücum eder, iğneden
ipliğe ne bulursa alırmış. Fikret de ünlü “Han-ı Yağma” şiirini bu olay üzerine
yazmıştır.)


O gün saraydan kim ne bulursa almış, hatta Abdülhamid’in kötü günler için
havuzun altına yaptırdığı gizli hazinenin kapısı kırılarak içine girilmiş ve o
muazzam servet, Meclise dahi haber verilmeden birilerince iç edilmişti. Yeni
bir çağ açtıklarını söyleyen İttihatçıların bu adi yağmadan ne kadar para
götürdükleri hiçbir zaman belirlenemedi. Teşkilat-ı Mahsusacı Hüsamettin
Ertürk, fakat, der, bu servet onlara da yar olmadı. Parlayan ocak söndü,
hepsi çil yavrusu gibi dağıldılar. Kimisi uzak diyarlarda Ermeni kurşunlarıyla,
kimisi yurdun içinde karıştıkları İzmir suikasti mahkemesi sonunda
darağacında can verdiler.


Sözde binlerce insanın katili ‘Kızıl Sultan’ın sarayındaki hazineleri yağmaya
dalanların aklına neden sonra bir sayım yaptırmak geldi ve bu göreve romancı
Halit Ziya Uşaklıgil’in de içinde bulunduğu bir heyeti memur ettiler. İşte o kan
dökmekten zevk alan ve keyf içinde yaşadığı söylenen sultanın sarayında
görülen ibretlik manzara. Halit Ziya, anlatıyor. Çıt çıkarmadan dinliyoruz:


“İlk şaşırmak ilk adımda başladı diyorum. Daire-i hususiye bu mu idi? Bütün
Abdülhamid siyasetinin mihveri şu basık tavanlı loş köşeciklerden ve onun içi
tıklım tıklım kâğıt desteleriyle dolu dolaplarından ibaret miydi? Methalden
sonra hemen ilk karanlık odada bir divan gösterdiler. Bu, Abdülhamid’in
istirahat yeriydi. Belki de yatağı… Zaten daire-i hususiyede en basit şeklinde
bile bir yatak odası görmedik. …Bir kenarda içinde yumurta yenmiş sahanı ile
bir tepsi, gene onun hususi eğlence yerini teşkil eden marangozhaneyi
gördükten sonra küçük mabeyn namiyle anılan daireye geçtik.”


Sarayın en yakınında bulunmuş tanıklardan Salih Münir [Çorlu] Paşa’nın
kardeşi Münir Sirer, 1955’te Resimli Tarih Mecmuası’na yazdığı bir yazıda Halit
Ziya’nın gördüğü yatağı bizim için tabir caizse biraz daha ‘zumluyor’. İçimizi
cız ettiren o ses: “Fakat tuhafı şu ki, Abdülhamid’in yattığı odadaki karyola,
en âdi hastanelerde kullanılan cinsindendi.”


Sarayda binlerce kadınla beraber zevk, sefahat ve şatafat içinde yaşadığı
zannedilen Abdülhamid’in yatak odasını bir türlü bulamayan acar heyet
şaşırmış ve en sonunda buldukları yatağın da en adi hastanelerde kullanılan
karyolalardan biri olduğunu görünce tam anlamıyla şoke olmuşlardı.


İşte hadise budur sevgili dostlar. “Abdülhamid’in büyüklüğü nerede yatıyor?”
diye soranlara, başka bir şeyi değil, saraydaki o yumurta sahanı ile o adi
hastane karyolasını gösteriyorum.

Mustafa Armağan
 
shape1
shape2
shape3
shape4
shape7
shape8
Üst