Neler yeni

Welcome to SATBİL FORUM PAYLAŞIM

Join us now to get access to all our features. Once registered and logged in, you will be able to create topics, post replies to existing threads, give reputation to your fellow members, get your own private messenger, and so, so much more. It's also quick and totally free, so what are you waiting for?

Bir Satbil Forum Efsanesi

Satbil Reklam Alanı

Satbil Forum Reklam

AĞNAS HANLARI-TARIH-ÖYKÜ-GEÇMİŞ

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

seyfi

Administrator
Local time
06:15
Katılım
15 Kasım 2005
Mesajlar
6,014
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
59
agnas1qx7.jpg
anas2ar0.jpg
agnas3fj0.jpg

AĞNAS HANLARI

Bu resimleri gönderen sevgili Ahmet Aksoy’a teşekkürler.Ağnas hanları Değirmencik köyünün eski çarşısıdır.Resimlere bakarsanız sanırım,adeta terkedilmiş bir köhne binalardan başka bir şey aklınıza gelmemiştir.Oysa burası Karadere vadisi boyunca genelde köprü başlarına kurulmuş diğer hanlar gibi, bir tarihi içinde barındıran ve insanların o dönemlerde yaşamlarını yönlendiren en önemli merkezlerden biridir.Ben şimdilik Ağnas hanlarından söz edeceğim.Buralardan kimler gelmiş kimler geçmiş bildiğim kadar sizlere aktaracağım.Başlamadan bazı konularda açıklama yapmak gerekiyor.
1-Belki yazacağım bazı isim ve lakaplar bu konuyu görüntüleyenlerin kafasını karıştıracaktır.Bir kısım arkadaşımızı da gücendirecektir. Ama ben herkes nasıl ifade etmişse o doğallıkta aktarmayı uygun gördüm.Yinede yanlış anlaşılmalara meydan vermemek için şimdiden gözümden kaçmış noktlar olursa peşinen özür dilerim!
2-Osmanlı döneminden beri kullanılan akraba isimleri hala kullanılmaktadır. Örnek: Mollahamza oğullarından Seyfi gibi.Fakat bu Mollahamzoğun Seyfi olarak ifade edilir.
3-Anlatılacak bazı minik hikaye ve öyküler dilden dile günümüze geldiğinden,ne tam doğru nede yanlıştır bunu bilemiyorum. Yalnız,ana fikirleri ve çıkış noktalarının doğru olduğuna ben şahsen inanıyorum.Bunlara itibar edip etmemek artık sizlerin hoşgörünüze kalmış!


15-20 sene öncesine kadar bir kasabayı andıran fakat günümüzde çürümeye terk edilen Ağnas hanları,çocukluk anıları buralarda geçen herkesi üzdüğü gibi beni de hüzünlendirmektedir.Nedenleri belki yaşayan insanları günümüzde rahata ulaştırdı ama kocaman bir tarihin yok olmasına yol açtı.Ağnas köprüsünü geçerken değirmenci Mollahamzoğun Kıtır Yusuf,vefatından sonra Aganın Alay dayının minik değirmeni köyümüze bu günkü Değirmencik ismini hatıra olarak bıraktığı bir gerçek.Değirmenin hemen yanı başında Durmuşoğun Musa dayının bakkalı ve önünde asılan ve kurutulmayı bekleyen kırmızı ,yeşil biberler,buzağı işkembesi ve incirler hala gözümün önünde.
Musa dayının karşısında Raganların Hüseyin az ilersinde Cevarın Yusuf’un dükkanları. Eğer günü ise yeni kesilmiş bir koyun veya dana parçalanarak satılmakta.Sağa doğru yolu takip ederek hemen üst katta terzi,Keleşoğun Cemal yanında bakkal Cemal müşteri bekliyorlar.Az ilerde köyün PTT acentesi ve telefon santralini yöneten Berbatoğun Hasan abi ve onun yanında müşterinin vermiş olduğu parayı görmek için büyük bir gayretle seçmeye çalışan Keleşoğun Kibar dayının dükkanları.Garibim Mollahamzoğun Hasan’nın dükkanı ise en sonda.Kibar dayının dükkanının üstünde köyün kahvesi ve kumarhanesi var.Ağnas hanlarının karşısında dere boyu sol tarafta,köprüden 70-80 metre ilerde Alibaşoğlu Zorbanın Hüseyin’nin evi bulunmakta ve zaman zaman burasını kahve ve kumarhane olarak kullanmakta.Zorbanın Hüseyin den 200-300 metre ilerde de Mollahamzaoğullarından Hacı Eminin Ali dayının küflenmiş mallarıyla dolu dükkanı ve yanında Kalay ve bakırcı Ğefur dayı hizmetinizde….

Ağnas hanları,o zamanlar minik bir kasaba demiştim.Hepimiz Amerikan filmlerinde küçük kovboy kasabalarını görmüştür.Ben yaşananları ve bu gün geldiği duruma bakınca sanki o filmlerin başka bir versiyonunu gözümde canlandırıyorum. Bazı anlatılan hikayeler, İskoçya’nın bağımsızlık hikayesini anlatan Cesur yürek filminde yaşananlara birebir benzemektedir.Zaten iklim olarak oraya benzediği de bir gerçek.Bunu hep Dillerde olan bir hikaye ile örneklendireyim.

Osmanlı döneminde bu vadi ve köyleri Ağalar tarafından yönetilirmiş.Onların astığı astık kestiği kestik halka zülüm uygulayan yönetimlerine bir çok yerde rastlamışsınızdır.Kendilerine ait hapishaneleri ve korumaları varmış.Akılılarına her geldiğinde zaten yarı aç yaşayan zavallı halktan zorla vergi alırlarmış.Bunları geçtik,bir uygulama varmış ki akıllara durgunluk verecek cinsten.Yeni evlenenler ilk gece eşlerini bu Ağa’nın ve oğlunun yanına göndermek zorundaymış. Cesur yürek filmi ile bağlantıyı ben burada kuruyorum.
O günlerde yeni evlenecek olan bir genç,kara kara bu olayları düşünmekteydi.Sonunda Ağa Ağnas hanlarında halkı etrafına toplamış,emirler yağdırırken karşısına dikilmiş.
-Ağam ben yarın evleniyorum,sakın oğlunu bizim eve gönderme! Demiş
Ağa her zamanki küstah tavrı ile basmış kahkahayı.
-Yahu ne biçim adamsınız bir çocuğu bu kadar zamandır memnun edemediniz! Demiş
Genç gayet ciddi bir tavırla,
-Ben sana gönderme diyorum!
Ağa genci ciddiye almamış ve düğün olduğu akşam oğlunu göndermiş.Ağanın oğlu,gencin evine doğru atıyla yol alırken genç tarafından kurşun yağmuruna tutulup öldürülmüş.Daha sonra dağlara kaçarak Ağa’nın zulmün den kurtulmuş.Kendisi gibi düşünen diğer gençleri de yanına toplayarak Ağayı dize getirmişler.Bu olayın ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum ama Cesur yürek filmi hatta film nedir bilinmediği zamanlar bile anlatıla gelmiş ve bir efsane olmuş kara dere vadisinde.Ne zaman yaşandığı belli değil,fakat feodal düzenin ne kadar kötü bir şey olduğunu anlatması açısından önemli bir hikaye.İster İskoçya’da,ister Ağnas’da veya dünyanın başka bir yerinde olsun hepsi aynı işte!
sayfa131if0.jpg
 
Son düzenleme:

seyfi

Administrator
Local time
06:15
Katılım
15 Kasım 2005
Mesajlar
6,014
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
59
HACI MUSA

3us5.jpg

HACI MUSA
Musa dayı,onu tanıdığım dönemlerde sert,ciddi ve yüzü hiç gülmeyen sakallı bir adam aklıma geliyor.Eğer aradığımız bir şeyi başka bir dükkandan baktıysanız ve bulamayınca onun bakkalına girdiyseniz bu bir kovulma nedeniydi.Fındık ayında topladığımız fındıkların delik olanlarını ince kum ile doldurup herkese yutturduğumuz halde,bunu ona ve Hasan Abi'ye denemeyi bile düşünemiyorduk. Bunu denemeğe kalkışsak,onlar hem yutmazdı hem de Ağnas hanlarına bir daha adım atmamak anlamına gelirdi.Kibar dayı iyi görmediği için ona yutturmak kolaydı. Herkes elinde satacak bir şeyi varsa Kibar dayıya satardı.Bu Ağnas hanlarında müthiş bir rekabetin olduğu anlamına gelirdi.

Fakat satacağınız ,acı turşu biberi,incir,minik Trabzon Hurması,buzağı işkembesi ve yabanı fındığı ise bunları başka birisine satamazdınız.Alıcısı Musa dayıydı.Onun belirlediği fiyattan tabi.Bu ürünleri dağ köylerinde oturan ve iklim itibari ile bu tür ürünler yetişmediği için yolları üzerindeki Musa dayı dan alan Dereliler di.Buzağı işkembelerini kimlere satardı bilmiyorum ama peynir yapımında maya olarak kullanıldığını duymuştum.
Musa dayının gençliğinden bahsedenler onun çok asabi ve bahar mevsiminde yaylaya göç edenlerin belalısı olduğunu belirtirler .Bu bir rivayet tabi,ben doğru olup olmadığını bilmiyorum.Başka bir söylentiye bakarsak,(Batum şimdi Gürcistan’da kalan bir Osmanlı kenti)kardeşinin Bolşevik ihtilali zamanında Batum’da kaldığını ve onun yüzünden bir daha geri dönmediğinden bahsederler.Hatta son birkaç yıl kardeşinin mektup gönderdiğinden ve daha sonra bu mektupların kesildiğinden bahsedilir.Kardeşinin neden dönmediği ise başka bir muamma!.Fakat bu konularda Musa dayının bir suçu olduğu kanaatinde değilim.Atalarımız;adınız çıkacağına canınız çıksın boşuna dememişler.

1vb1.jpg
 
Son düzenleme:

seyfi

Administrator
Local time
06:15
Katılım
15 Kasım 2005
Mesajlar
6,014
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
59
Musa dayı

4kz4.jpg

HACI MUSA
Biz köyden ayrılıp gurbete çıktığımız zamanlar Musa dayı artık iyice yaşlanmıştı.Yüz yaşına merdiven dayadığı halde hala Ağnas hanlarındaki bakkalında inatla yaşamaya devam etmiş. Çünkü;yaşamı boyunca çocuk sahibi olamamıştı.Kendisine ait olan resimde gördüğünüz,arsaya alt katı bakkal üst katı mescit olan binayı yaptırdı.İnşaat sırasında bakkalını karşı tarafta boş bulunan alanda çadır kurarak devam ettirdi.Çünkü yan tarafta akan Karadere’nin sesini duymadan rahat etmediği belliydi.Bir kış günü Musa dayının çadırının yandığını duyduk.Kendi dikkatsizliğinden mi yoksa gençliğinde canını yaktığı kişilerce mi yakıldı bunu hiç kimse bilemedi.İyice ihtiyarlayan Musa dayı artık eskisi gibi kimsenin yüreğine korku salamadığı bir gerçekti artık.Bu dönemde köye ortaokul geldi ve Cevarın Yakup’un dükkanın üstüne ilaveler yapılıp burası derslik haline getirildi.Artık bir dönemler dağları inleten Musa dayı çocukların eğlencesi olmaya başlamıştı.
Çeyrek ekmek almaya gelen veletler Musa dayı ekmeği keserken arkasından büyük tekerlek kaşarı yürütmeye,bir sakız isterken komple kavanozu götürmeye başlamışlardı.Kurt artık kocamıştı ve çakalların eğlencesi olmuştu. Artık kendisini hayır işlerine vermiş, Hacı eminlerin Ali dayının bulunduğu yerdeki suyu bile Ağnas hanlarına getirmişti.Bakkalını üst katını cami yaptırmıştı.
Musa dayı’nın bakkalı günümüzde telefon santralı olarak kullanılmaktadır.


Ermenilerin yaptıklarını ve Musa dayının onlara yaptıklarını yaşamış olsaydı onun ağzından dinlemeği çok isterdim.Ama buna artık imkan yok,onun yerine senaryo bu günlerde Fransa’da yazılıyor.

musaem4.jpg
 
Son düzenleme:

ahmetaksoy

New member
Local time
06:15
Katılım
9 Haziran 2006
Mesajlar
85
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
56
Annemin vefatın sonra ilk defa beni pozitif yönden etkileyen bu yazın için teşekkürler.Destansı bir şekilde ve gerçek den ağnas kültürüyle yaşayan insanların anlayacağı yalın bir dille olayları yazmıssın bu yazdıklarına bende bildiğim kadarıyla bir şeyler ilave etmek istiyorum.
Öncelikle yazıda Musa dayı olarak ifade edilen karakter öz ve öz annemin amcasıdır.Musa emice seninde belirttiğin gibi bir hain değildir.Buna bende kefillik ederim.Onun hainliği!, çoluk çocuk kadın ve yaşlı demeden analarımıza,bacılarımıza tecavüz edip öldüren kafalarını koparan Ermenilere bunların hesabını sormak olmuştur.Buna hainlik denirse?Bunun yanı sıra herkesin olduğu gibi onunda hataları olmuştur.Fakat hiçbir zaman hayır yapmaktan da geri kalmadığına şahidim.Köyün telefon santralı belirttiğin gibi onun dükkanındadır.Kimseden bir şey beklemeden o camiyi oraya yaptıran ve şimdi Araklı tapu dairesinde memur olarak çalışan Ahmet hocayı onun başına koyan odur.Yeğeni olduğum için oranın bütün sorumluluğunu bana emanet etmişti ve ben hala onun vefatından sonra bu emanetin sahibiyim.
Bu arada Ağnas kasabası dediğin ve henüz hatırlayamadığın hocaların Mahmut’un oğlu koyu Galatasaraylı Burhan Akgün ve bakkalını unutmayalım.Bir de Ağnas kasabasının delikanlılarının kilo metrelerce yürüyüp Bifara da orta okula gitmelerini.Dönemin meşhur delikanlılarından Berbatoğon Resul,Haci eminin İsmet,İlyas,Emin,Feymenin Hasan aklıma gelenler.
Şimdi bunların zamanında yaşanmış bir hikayeyi paylaşacağım.

Bu delikanlılar kahvede kumar oynamanın dışında,o zamanlar stabilize olan araba yolu üzerinde değişik oyunlarda oynarmış.Berbatoğun Resul’un bana anlattığı kadarıyla anlatayım.Her zaman olduğu gibi yine yol üzerinde fişek oyunu oynarken Araklı yönünden gelen bir kamyon bunların fişeklerini çiğneyerek yoluna devam etmiş.(yola zaten kamyon zor sığardı)Bu durumu içlerine sindiremeyen delikanlılar zaten yolun bozuk olması nedeniyle yavaş giden kamyonu yakalar ve adamı bir güzel benzetirler.Adam kan revan bir sonraki yer olan Bifara’ya ulaşır ve burada olan jandarma karakoluna bunları şikayet eder.Delikanlılar yaptıkları efeliğin verdiği mutlulukla oyunlarına devam ederler.Az sonra jandarmalar ve adam gelirler.Uzaktan geldiklerini gören delikanlılar peşlerinden tazı kovalarcasına bir tarafa kaçarlar.O zamanlar onlardan yaşı küçük olan ve sadece onları seyreden bizim Resul oralı olmaz,nasılsa o bir şey yapmamıştır.Jandarmalar gelir kimse yoktur.Resul olduğu yerde kalsa bir şey sormayacaklar.Birden aklına onlar kaçtı bari bende kaçayım gibi aptalca bir düşünce gelir ve uygular.Tabi ki jandarmalar kıskıvrak yakalarlar.
-Gel bakalım bu adamı neden dövdünüz?
-Kumandanum ben yoktum,ben bi şi yapmadum.
-Öyleyse neden kaçıyordun?
Der ve Resul’e girişir.Yediği dayağın tesiriyle Resul bülbül gibi ötmeye başlar.Komutan:
-Şimdi anlat kimdiler?
Resul:
-Bizum Muhammet
-Teyzenun domates
-Feymenun Hassan
-Haciemunun İsmet
Komutan iyice sinirlenir.
-Ha s…r lan bu nasıl isim vermek bunların soy adları yokmu?

Başka bir hikaye’de Hacı eminlerin Ali dayının başından geçmiştir.Her zaman olduğu gibi yine erkenden dükkanını açıp müşteri beklemeye başlar.Fakat o gün Ali dayını başı çok ağırmaktadır.Bu arada daha önce hiç görmediği iki müşteri gelir.Ali dayı içinden “bu sabah başım ağırıyor ama müşteriler erken düşmeye başladı”diye geçirir.Gelenleri hoş beş ettikten sonra başını çok ağırdığın dan bahseder.Adamlar bu son zamanlarda sık rastladığımız bir durum.Salgın gibi bir şey ama biz çaresini biliyoruz derler.Bu hastalığın adı teneke hastalığı daha dün 3-5 kişiyi bu illetten kurtardık.Ali dayı inanmamıştır ama başı o kadar çok ağırıyor ki bir sefer denemekle bir şey kaybetmem diye düşünmüş.Adamlar tenekeyi Ali dayının başına geçirip bir odunla çalmaya başlamışlar.Bir süre sonrada tenekeyi 15-20 dakika sonra çıkarınca bir şeyin kalmayacak sesiz ce bekleyelim demişler.
Süre dolmuş Ali dayı tenekeyi başından çıkarmış ki ortalıkta kimseler yok.Soyulmuştur ve içinden şimdi gerçek den teneke hastalığına yakalandım demiş.

------------------------------------------------------------------------------------

MESAJIN SAHİBİ:SERKAN AKSOY
------------------------------------------
yukarda hacı musayı anlatırken ağa olayından bahsediliyor o olayın gerçeklik olasılığı var böyle bir hikayenin benzerini duymuştum fakat bu olayın değirmencik köyünde eski adıyla ağanasta olma ihtimali yok sbebini soracak olursanız köyün ismi üzerinde olduğu gibi (nas) rumca yok anlamındadır (ağanas) ağa yok anlamına gelir ağa olmadığından köyün adı böyle anılmıştır. büyüklerimizden duyduklarımız ve anlatılanlara göre araklının köylerinden eski tarihlerde ağa olmayan ve ağa lığı kabul etmeyen tek köy şu anki değirmencik köyü ozamanın civar köyleri yani zavzaga _bifara vb. köylerin ağaları tarafından bir çok defa sahiplenmek istenilmiş fakat o zamanın köylüleri buna izin vermemişlerdir hatta bu gibi olaylar bugün başmahalle dediğimiz yerde savaş alanı bile varmış evet bu ilginç gelebilir hatta burada meydanın ortasında hertarafı kapalı bir kulübe düşünün ve bu kulubenin içerisindeki kişinin görebileceği ve tüfeğin namlusunun sığabileceği kadar dört bir tarafında delikler varmış evet böyle kulübeler ve ağalık istemeyen bir köy ve bu uğurda ölümü göze alabilecek bir köy halkı güzel yamışlar da neden böyle yapmışlar direnebilmişler neden ağalık olayı bütün köylrde var ve bu köylerin insanları buna karşılık veremiyorda ağanaslılar verdi evet bunun cevabınıda şöyle açıklayabiliriz çünkü özgürlüklerine düşkündüler bilirsiniz kurtuluş zamanı döneminde herkes biryerlerden gelmiştir kimisi birşeylerden kaçmış kimisini savaş götürmüş kimiside yurt daha güzel yer vs.vs. tabiki köylerde eskiden kalma yerli sülalelerde mevcuttur fakat bu ailelere rum veya ermeni diyemeyiz neden diyemeyiz o insanlar ay yıldızlı bayrak uğruna savaşmışlar şehit düşmüşler ve halen nesiller vatani görevini herkes gibi yapmakta ve ana dilleri türkçedir neyse konuyu dağıttım gibi devam ediyorum işte bu göç olayında ağanasa yerleşen insanlar geldiği yerlerde baskıyı kabul etmeyen yani geldikleri yerlerde vukaatı olan eski tabirle tüfekçi eli silahlı kişilerden oluşmaktadır hepsimi diye soracak olursanız çoğu diye cevap verebilirim tabiki bu büyüklerimizden duyduklarımız canlı şahit olmadım hiçbirşeye fakat ağasız ve ağalığı kabul etmeyen bir köy olduğunu kesindir arkadaşlar inanmak istemeyen araştırabilir ve bugün bu köyün insanları orada değil yani köy bom boş diyebiliriz fındık ayı hariç kalan tek tuk haneler mevcut ama hiç bir ağanaslı memleketinde olmasa bile ayak basmasa bile köyü için gerekli görevlerini yerine getirir ve kopmaz köyün dışardaki nüfusu bugün araklının nüfusunu geçerde aşağı kalmaz zaten çoğu birbirini tanımaz hele yeni nesil hiç neyse olay böyle hepinize teşekkür ederim.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

seyfi

Administrator
Local time
06:15
Katılım
15 Kasım 2005
Mesajlar
6,014
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
59
DEREDE YÜZMEK

31520590dk3.jpg
DEREDE YÜZMEK

Çocukluğumuzda mayıs ayının gelmesini ve okulların tatil olmasını dört gözle beklerdik.Mayıs ve haziran geldiyse artık Ağnas plajının mevsimi gelmiş demekti.Arkadaş grupları derede yüzme,balık tutma ve oyun oynama hazırlıklarına son sürat hazırlanırdı kış boyu.
Biz yüzmek için Hacı eminlerin Ali dayının Atılmış kaya‘sın da eğlenir,diğer gruplara girmezdik.Zira Ağnas hanlarının önünde yüzmemek,bizden büyük ve haylaz çocukların rahatsızlığından korunmamız anlamına gelirdi.Yüzmeyi öğrenmek için en az bir mevsim çalışmak ve bazen boğulma tehlikesi atlatmak gerekirdi.Yüzme bilenler göllerin derinlerinde yüzer,bilmeyenler aşağısındaki sığ yerlerde alışırdı.
Karadeniz’in tipik özelliği olan bir günde iki mevsimi yaşamak biraz sıkıcı olsa bile,yinede dere kenarından alıkoyamazdı.Sabah kalktığımızda bulutsuz ve acık olan gökyüzü öğlen saatlerinde yağmura teslim olurdu.Bir saat sonra da yine eski durumunu alır,sadece derenin ıslaklığını değil kenarında bulunan yeşil doğanın ıslaklığını hissederdik.Böyle durumlarda üşüyen bedenimizi ısıtmak için dükkanların sırasında güneye uzanan kayalıklara tırmanıp orada olan çalı çırpı ve dikenleri tutuşturarak ısınmaya çalışırdık.Şimdi o kayalıklar düzgün bir karayolu olarak hizmet vermektedir.Fakat, yaşanmış hatıralar hiç birimizin zihninden silinmemiştir.Özellikle Atılmış kaya’nın karşısında bulunan, en az 20 metre yükseklikte bir kayanın ortasından geçen minik keçi yolu ve oradan her geçişimde hissettiğim korku.
Mayıs deresi herkesin ürperdiği suyun yatağına sığmadığı yükseklerde eriyen karların öfkesiydi.Bu zamanlarda büyüklerimizin bizi dereden uzak tutmak için büyük gayret gösterdiği dönemlerdi.Yüzme bilenlerin bile tehlikede olduğunu, azgın suların önüne gelen her şeyi sürüklediğini suyun debisinin korkunç olduğunu onlar yaşadıklarından öğrenmişti.Bunu bizim öğrenmemiz, bizimle aynı yaşlarda olan ve aynı sınıfa giden arkadaşımızın bir mayıs deresinde boğulması ile gerçekleşmişti.Arkadaşımızın babasının her gün o dereye bakarken neler hissettiğini şimdi daha iyi anlıyorum.Bir mayıs günü Ğefur dayının dükkanının yukarısında dere kenarında oynarken,acılı babamız daha ilerde bir taşın üzerinde oğlunun boğulduğu dereyi ve bizi izlediğini ve daha sonra yanımıza gelerek bize “çocuklar buralarda oynamayın” bende“burası tehlikeli değil bizi neden uyardı” diye içimden geçirişimi hatırlıyorum.
Derede yüzmek,balık tutmak ve çeşitli oyunlar oynamak harika bir duygu ama ana babalarımızın korkularını anlamak bazen geç olabiliyor.Onları anlamak ve endişelerine ortak olmak daha da önemli galiba……
 
Son düzenleme:

seyfi

Administrator
Local time
06:15
Katılım
15 Kasım 2005
Mesajlar
6,014
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
59
KARADERE’DE BALIK TUTMAK

33jpgsn4.jpg
KARADERE’DE BALIK TUTMAK

Balık yakalamak bir çok insanın olduğu gibi biz ve bizim yaşımızda olan tüm arkadaşların bitmeyen tutkusudur.Ne zaman köye gitsem mutlaka balık muhabbetini yaşarım.Çocukluk dönemimizde elimizde oltalar sabahtan akşama kadar bir kayanın üzerinde balık yakalamak ümidiyle beklediğimiz o günler ne kadarda güzeldi.Aslında balık yakalamak da bir ustalık ister!Adını yanlış anımsamıyorsam “Moynuğun Mehmet”diye birisi vardı.Olta ile balık yakalamakta üstüne yoktu.Elinde her türlü olta mevcuttu oltasını nereye atacağını ve nasıl balık yakalayacağını bilen birisiydi.Bizden büyüktü onu örnek alarak uzun bir fındık çubuğuna bağlı oltamızın kancalarına solucanları geçirip,derenin sularına bırakırdık.Kurşun bağlanmış olta suyun akıntısını engeller dibe batardı.Fakat balık beklerken balık yakalayanların nefret ettiği küçük kaya balığı(Ğovit balığı)gelirdi.Zaten bu siyah ve şekilsiz balık oltaya yem bağlanmadan yakalana bilen yenmeyen iğrenç bir balıktı.Usta balıkcılar “oltana govit vurmuşsa balık yakalayamazsın”derlerdi.Yeni başlayanlar ancak bunları yakalayabilirdi.Oysa işi bilenler balık yakalamadan önce derenin durgun ve sığ yerlerinde taşları kaldırıp onların altındaki siyah su böceklerini toplar,ondan sonra balığa çıkardı.Balıklar bu böceklere gelirdi.Sonraları bizde bu uygulamayı denedikse de olta ile balık yakalamak hiçbir zaman başarılı olduğumuz bir avlanma olmadı.Sadece taşlara takılan oltalar ve onları kurtarmak için verdiğimiz gayretler bir anı olarak kaldı!
Karadere de bir başka balık yakalama yöntemi de Şelendere ismi verilen ve yine yapımı ustalık gerektiren yöntemdi.Bu tür yakalama şekli birden çok kişinin ortak işbirliğini gerektiren zahmetli bir yöntemdir.Önce uzun ve ince yaklaşık 300-400 adet yabani fındığı çubuğu gerekir.Bunlar örülerek ince tarafları bir noktada birleşen kalın tarafları ise geniş kıvrımlı bir sepet yapılır.Daha sonra akıntısı hızlı olan kısımdan derenin bir bölümü seçilir.Yassı taşlar ile derenin zemini döşenerek akıntının daha da hızlı olması sağlanır ve kenarları taşlar ile kapalı bir V şeklinde boğaz oluşturulup sepet dar kısmına yerleştirilir.Basınçlı akan su bir süzgeç gibi sepetin içinde akarken gelen balıklar en uçta bulunan bir demet şeklinde dar kısımda sıkışır ve geri dönemez.Balıkcılara düşen de gelip onları toplamaktır.Gündüz balıklar nadiren bu tuzağa düşerler fakat gece öyle değildir.O nedenle bu işe gönül verenler kıyıda yine taşlarla yaptıkları barınaklarında sabaha kadar kısmetlerini beklerler.Bu arada yağmur yağıp dere taşarsa günlerce vermiş oldukları emeğin bir anda yok olduğunu ve Şelenderelerinin akıp gidişini hüzünle seyretmekten başka yapacakları bir şey yoktur.Bu da başka bir kısmettir!
Başka bir yakalama şekliyse elinizde lüks lambaları ile derenin içinde yürüyerek ışığı görüp olduğu yerde kalan balıkları elle veya elinizdeki bir araç ile yakalamaktır.Son zamanlarda bu şekilde avcılık yapılmaktadır.
Serpme denen özel ağlar ile gece ve gündüz yapılan yakalama şekilleri de vardır.
Başka bir yöntem ise balıkları toptan imha eden ve insafsızca ellerinde dinamitlerle yapılan katliamdır.Çocukluk dönemimizde sık rastladığımız bu tür avlanma da 3-5 balık için büyük küçük atılan yerdeki tüm balıkları öldürmekteydi.
20-30 yıl önce Karadere de bol miktar da bulunan çeşitli balık türleri maalesef aşırı avlanma ve dere yatağından kum çakıl çıkarma nedeniyle günümüzde bitme noktasına gelmiştir.
Bu nedenle artık derede balık yakalamak yetkili kurumlarca yasaklanmıştır.Her ne kadar uygulamalarda esneklikler varsa bile yinede gelecek nesillere bir şeyler bırakmak açısından bu uygulamayı yapanları yürek den kutlarım.Karadere’de balık yakalamak anılarda kalmasın diye biliyorsak fedakarlık yapmamız gerekmektedir.İzlediğimiz yabancı belgesellerde sadece olta ile balık yakalamanın bir spor gibi olduğu ve yakalanan balıkların tekrar geri bırakıldığıdır.Biz de artık gelecekte, balık yakalamayı bir spor ve etkinlik olarak görebilirsek bu işi amacına ulaştırmış oluruz.
Şelendere
55agnasselenderebalikavqm9.jpg
 
Son düzenleme:

seyfi

Administrator
Local time
06:15
Katılım
15 Kasım 2005
Mesajlar
6,014
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
59
ESKİDEN AĞNAS’DA YAŞAM

51jpgml6.jpg

Benim yazabileceklerim kendi yaşadıklarımdan ibaret olacak.Fakat,daha da eskilerden sadece anlatılanlardan aklımda kalanları paylaşacağım.Belki de bu topraklarda yaşamış herkes benzer şeyleri yaşamış olabilir.
Doğu Karadeniz bölgesinden, Türkiye ve dünya’nın başka yerlerine göç eden insanlarımız ekonomik yaşamın zorluklarından dolayı gitmişlerdi.Tarım yapılabilecek alanlar da elverişsiz ve az olması başka bir nedendi.Bu gün yine benzer sorunlar yaşanmaktadır.
Ben dünyayı ilk hissettiğim gün,tahta bir odanın içindeydim.Yine tahta beşikte ağlayan kardeş ve ana baba kardeşler olarak bir odada 8 kişiydik.(Daha sonraları 10 olduk)Evimizin bir bölümü tahta,diğer bir bölümü toprak ve taş adeta bir kulübe gibiydi.Bulunduğumuz yerin altında ineklerimiz için ahır,üstümüzde de onların yemleri olan otlar vardı.Coğrafi şartlardan dolayı toplu yerleşim olmadığından evler herkesin arazisinin başında olurdu.Akraba gurupları 3-5 ev dağınık yerleşmişlerdi.Bizim bulunduğumuz bölümde 4 ev vardı.En kalabalık ve en yoksul bizimkiydi.Babam yılın 4 ayı Rize-İyidere’de bulunan çay fabrikasında çalışır.Diğer zamanlarda köy de kalırdı Az olan arazimizde o yıl fındık verimliyse ekonomiye bir katkısı olurdu.Evimizin altında olan tarlamızda mısır,fasulye,salatalık,patates,lahana ve küçük bahçemizde pırasa ve zaman zaman marul ve maydanoz türü şeyler yetişirdi.Bazı zamanlar biber ve patlıcan türü sebzelerde ekilirdi.Yaz aylarında daha çok ürün yetiştiğinden biraz daha rahat olurduk.
dscf0084he1.jpg
Annemin evimizin önüne ektiği beyaz çekirdeklerin büyüyüp evin damına tırmanıp orada verdiği kabaklar hala gözümün önünde.Fındığın toplanması,kurutulup satılması ve ekilecek tarlanın bellenmesi,ekilmesi,biçilmesi zahmetli işlerdi.En büyük sorun ise arazının dik olması nedeniyle her şeyin ufak patikalardan kilometrelerce aşağıya taşınması.Aşağıdaki Ağnas hanlarından alınan erzakların yine arkada yukarı taşınması insanların en büyük sorunlarındandı.Ayrıca su sorunu vardı ve içilecek temiz su bulmak zordu.Kaynaklar uzakta ve taşıma su ile ihtiyaçlar karşılanırdı.Yakacak odun bulmak bile büyük bir sorundu.Zaten az olan araziler fındık bahçesi veya tarla olarak kullanılmaktaydı.Karşı dağda bulunan dikenlik ve Yavşan adı verilen bodur bir çalı yakacak ihtiyacını karşılamak için kullanılırdı.Fakat iki kişinin akşama kadar emek harcayarak topladığı Yavşanlar onca yoldan getirilip ancak bir günlük ihtiyacı karşılayabilirdi.Evlerde bir bölüm mutfak gibi kullanılan, içinde ateş yakılan çukur (ocak)yukarıdan aşağıya asılı zincirin ucunda kaynatılacak şeyleri ateşin üstünde tutmaya yarayan kanca ve yakılan ateşi verimli kullanmak için her şey yapılmıştı.Yakılan ateşin altında ”bilegi” ismi verilen topraktan yapılmış çukur bir gereç vardı.Ateş bitince kızgın küller kaldırıp bileginin içi temizlenip altına temiz yapraklar ve üzerine önceden yoğrulmuş ekmek hamuru konup üzeri yine çukur saç denilen gereç ile kapatılıp küller onun üstüne konularak pişirilen ekmeğin tadına doyum olmazdı.Hele de mısır ekmeği ise.
Akşamları aydınlatmada gaz lambası kullanılırdı.Yanan gazın kokusunu tüm eve yayan lambanın camlarını yandığı akşam simsiyah eden loş bir ışık verirdi.
37jpguj9.jpg
Daha sonraları Almanya’da çalışanlar tarafından gazlı lüks lambaları geldi.O lambalar,gaz lambasına göre çok güçlü ışık verirdi.Sadece civar köyler değil,köyün bütün kelebekleri ona bakardı!
Gaz ocakları başka bir yenilik oldu fakat genelde köye elektirik gelene kadar yine gaz lambası tahtını kaptırmadı.
Yaz bitince,yani güz aylarında tarlalar biçilir. Mısır koçanları ve fasulyeler ayrıştırılıp, sapları önce serenlerde kurutulup daha sonra sıkıca yığın yapılarak kış boyunca hayvanlara verilmek üzere dışarıda bekletilirdi.Mısır yığınları biraz kaşındırıcı olsa bile çocukların oyunların da en önemli mekanlardandı.
41jpgtn2.jpg
Toplanan fasulyelerin yeşil olanları kış aylarında yenmek için turşu yapılır.Barbunya şeklini almış olanları kabuklu veya tane olarak kurutulup yine beklemeye bırakılırdı.Mısırlar haşlanır veya haşlanmadan güneş de kurutulurdu.Kurutulan mısırlar yine değirmende öğütülmek üzere bekletilir di.
sayfa132dn1.jpg
 
Son düzenleme:

seyfi

Administrator
Local time
06:15
Katılım
15 Kasım 2005
Mesajlar
6,014
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
59
ESKİDEN AĞNAS’DA YAŞAM

evab6.jpg
Yabani fındıklar ve cevizler sadece kış aylarında yenmek için kurutulur ve bir torba veya file içinde beklemeye bırakılırdı.Ekim kasım aylarında minik Trabzon hurması kurutulur bunlarla karışık yenirdi.Ayrıca elma ve armut benzeri ürünlerde tavan arasındaki otlar içersinde yeneceği zamana kadar muhafaza edilirdi.Bu mevsimde hasat yapılan tarlalara arpa ekilir ve aralarına kış aylarının en önemli ürünü karalahana eklenirdi.Arpa sadece hayvan yemi olarak kullanılır.Mısır ekilmeden yeşil olarak biçilip kurutularak yaz boyunca ineklere yem olarak verilirdi.
Sonbahar da düşen yapraklar toplanır,ahırlarda hayvanların altına serilip doğal gübre(ağpun)olarak ekilen tarlalara ve fındık bahçelerine konurdu.O yıllarda başka bir ürün olan çay,bir çok insan tarafından denendi ve başarılı olanlar hala devam etmektedir.Çay bahçelerine yine fındık ilave edilip her iki ürünü aynı bahçeden almaya başlayanlarda çoğunluktadır.
Sonbahar rüzgarları esmeye başlayınca minik evimizde bir telaş başlardı.Büyük fırtınalarda çatının uçmasından korkulurdu.Ayrıca bu tür havalarda ateş yakmak demek evin de yanması anlamına gelirdi.4-5 yaşlarında olduğumu zannediyordum.Başımın bir yere çarptığını hissederek uyandım.Babam beni telaş ile kapı önündeki duvarın üstüne atıp tekrar eve girdiğini hatırlıyorum.Bir anda gözüm evimizin çatısına iliştiğin de alevlerin tahta duvarlardan dışarıya fışkırdığını gördüm.Evet,korkulan şey bizi uykuda yakalamıştı ve içerde bulunanları kurtarmak telaşı yaşanıyordu.Herkes yangını görmüş ve hızla gelmişti.Ellerinden geldiğince bir şeyler yapmaya gayret ettikleri halde evimizin kocaman bir alev topu halinde kül olduğuna şahit oldum.Gelen mala gelmişti ve bizde buna dua ediyorduk.Şafak söktü ve günün ilk ışıkları sadece boş ahır duvarların dan başka bir şey kalmamıştı.Bir kaç gün akrabalarda kaldık.Babamın en yakın dostu ve arkadaşı Murat dayı,aşağıda camiye yakın olan akrabalarının evini kullanıyordu.Yukarıda bize yakın olan evi boştu.Evimiz yapılana kadar orada yaşamamızı istemiş ve oraya taşınmıştık.Ev çok bakımsızdı.zaten bu nedenle kendisine ait olmayan diğer evde yaşıyordu.Yarı açıkta olsa başımız da bir dam vardı ve Murat dayımı rahmetle anıyorum,.mekanı cennet olsun.
Yol olmadığından ev yapacak malzemeleri Ağnas hanlarından taşıyıp evi yeniden yapmak zaman alacaktı.Bütün köy halkı evimizin yapılmasında katkıda bulundu.Beklenenden de kısa bir sürede evimiz yapıldı.İnsanlarımız köyde aralarında kısır çekişmeler de olsa bile her zaman yardımlaşmada başarılı olmuştur.Eski evimizden iki kat daha büyük ve sağlam bir evimiz olmuştu.Evimiz bu gün kimsesizlik yaşar gibi ve anılarını geriye ister gibi hüzünle bize bakmaktadır.Fakat o gün yolumuz yoktu ve 2007 yılındayız yine yolumuz yok.Zaten olup olmaması da artık fazla bir şey ifade etmiyor artık!
 

seyfi

Administrator
Local time
06:15
Katılım
15 Kasım 2005
Mesajlar
6,014
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
59
Ağnas'da kar yağdığında yaşadıklarımız

44ga1.jpg

Ağnas’da kar yağmasına en fazla sevinen biz yani o zamanın çocuklarıydı.Zaten yağmadan önce işaretini verir,Karadere vadisinin aktığı güney yönünden birkaç gün önceden ılık rüzgarlar esmeye başlardı.Ağaçlarda kalan son yaprakları rüzgar almayan derin yerlere biriktirirdi.Fırsattan istifade anneler bu yaprakları çubuk sepetlerine doldurup ahırlara taşımak ile meşgul olmaya başlardı.Babalar ve çocuklar odunları sobalık yapmak ve gelecek kar yağışını karşılamak için hazırlıklarını tamamlamaya gayret ederlerdi.
Güneyden esen o ılık rüzgarlar bir anda yön değiştirip kuzeyden gelen soğuk rüzgarlara kendini teslim edip ağaçların ve evlerimizin tahtalarının arasında bir ıslık sesini andıran uğultusunu yaşatmaya başlardı.Bizlere sabah erkenden kalkıp kar yağdı mı diye gözetlemek kalırdı.Fakat her zaman Ağnas’a kadar gelmez,karşımızdaki Mahtila’nın tepelerinin bembeyaz
Olduğunu görürdük.Veya daha yukarda Pervane ve Os köylerinin beyazlığını yaşardık.Bütün Karadere vadisinden gözüken yüksek bir dağ vardı.Adı tam olarak nedir bilemiyorum ama bizim köyde yaşayanlar Ğosura dağı derlerdi.Orası neredeyse mayıs ve haziran aylarına kadar kar beyazı olarak karşımızda olurdu.
Soğuk rüzgarları bir kale gibi karşılayan evimizin mutlaka bir yerinden rüzgarların içerilere girdiğini hatırlıyorum.Fakat büyüklerimiz o soğuklara dayanıklı bir odası vardı soba orada yanardı.Hepimiz kış boyu orada yaşardık.Her şey o sobada yapılırdı.Hala Araklı’da kullanılan kuzine sobaların bir tarafında yanan odunların ateşinde ekmek pişirilir.Üstünde devamlı güğümlerde su kaynar,çaydanlık çay ve bir diğerinde yemek veya ineklere yal yapılırdı.Uzun kış günlerinde bütün aile o sıcak ortamda okunan kitapları dinler veya anlatılan hikayelerin derinliklerinde kılınacak yatsı namazı sonrası uyku zamanı beklerdi.
Odanın içinde yanan gaz lambasının kısık ışığında sabah ezanın okunmasına kadar derin ve huzurlu bir uykuya dalınırdı.Sabah,namaz sonrası sobayı yakmak için annemin çıkardığı tıkırtılardan uyanır fakat kalkmaz yatakta olan sıcaklığı kullanırdık.Soba yanar çay demlenir ve bu arada radyo da arkası yarın adlı radyo tiyatrosu kesinlikle kaçırılmazdı.Önce Erzurum daha sonra Trabzon radyosu takip edilirdi.Ben fırsat buldukça radyonun kısa dalgasından yayın yapan daha uzak yerleri dinlemeyi tercih ederdim.Dinlediklerim hatırlaya bildiğim kadar şunlardı.
Polis Radyosu,Meteoroloji Radyosu,BBC Londra,Budapeşte,Sofya ve Türkiye’nin sesi Radyosu.
Bir de Çölemerik Radyosu (Hakkarı) vardı.Ben hep uzakları ve Dünya’da neler oluyor diye merak ederdim.Birde radyonun kısa dalgasından yayınların arasına karışan mors alfabesinin (did didi dit )garip seslerinden hep etkilenmişimdir.İşte sonun da internet ile bu dünya artık elimizin altında şimdi.
30zp6.jpg
Bir sabah kalktığımızda doğanın beyaz bir örtüyle kaplı olduğunu görmek en büyük mutluluk kaynağımızdı.Gözlerimizi kamaştıran bakmakta zorluk çektiğimiz beyazlık sadece bizim değil dışarıda yiyecek bulmak için toprağın veya ağaçların çıplak kalan yerlerini karıştıran kuşların bile ne kadar zor konumda olduklarının bir belgesiydi aslında.Biz sadece karlar altında kalan fındık dallarına ve ağaçlara bakmaktan başka bir şey yapmıyormuşuz.Çünkü eğer karşılanmayan bir ihtiyaç varsa bir yere gitmenin imkanı yoktu.Zaten aşağıda bulunan Değirmencik köyü camii ve okuluna bile gitmek mümkün değildi.Bağlantıyı sağlayan küçük patikalar kaybolup giderdi.Babalar o keçi yollarını açmak için büyük gayretler verir ve sonunda açardı biz okulumuza donmuş bir şekilde ulaşır elimizi ısıtmak için yanan sobada elimizi ısıtmaya çalışırdık ama ani sıcaklık farkından büyük bir sızı hissederdik.Okul bitince ilk işimiz zavallı kuşları yakalamak için çalı tuzağı kurmak için çalışmalara başlamak olurdu.
Çalı tuzağı:düzgün fındık fidelerinin 25-30 cm kesilip daire şeklinde bir yere dik olarak çakılması ile yapılırdı.Dairenin ortasına yem konur ve girişine tuzak yapılırdı.Uzun,ince ve sağlam bir fındık dalı yatırılır ve ucuna ip ile bir ilmek atılırdı.Yemi gören kuş açık olan bölümden girerken bastığı yer aşağı kayar dal kalkar ve ucundaki ipte bulunan ilmek kuşu ayağından kapardı.Kalkan çubukta kuş ayağından asılı kalırdı.En çok tercih edilen kuş, güvercin büyüklüğünde siyah bir kuştu.Tam adı sanırım kara tavuk olmalı!Biz ona “gosva” derdik.
Kar yağmışken arpa ekili tarlalarda minik kuşları kovalamak eğlencelerimizdendi.Arpalar o mevsim çok kısa olur içine ekilen lahanalar beyaz birer top gibi ortada kalırdı.Annelerimiz hazır oynarken lahana toplamamızı isterdi.Biz yapardık ve kar görmüş lahananın lezzeti hiçbir lahanada yoktur.Ama bizim işimiz oyun olduğundan Tarlanın başından kartopunu yuvarlayarak en aşağısına kadar kocaman bir kartopu oluştururduk.Sona yaklaştığımızda oluşan bu büyük kartopuna ürkerek bakardık.Ama onu boş bırakmaz kocaman bir kardan adam haline sokardık.Hiç güneş çıkmasın ve akşam olmasın diye dua ederdik.Güneş çıkınca kar erir,akşam olunca da bu güzelliği yaşamaya ara vermiş olurduk.Zaten eğer o akşam don yaşanırsa kar buza dönüşür ve üzerinde yürümek bile zorlaşırdı.
Bu sefer de kar üzerinde kaymak için ortam oluşurdu.
Bulduğumuz her muşamba parçası fındıklıklarda kaymak için bir araç olurdu.
Karlar eriyip toprak meydana çıkarken,güneş almayan kuytu köşelerde karlar neredeyse bahara kadar kalırdı.
Bu yerlerde zamanla açan kardelen çiçeklerinin donmuş karların arasında rengarenk fışkırışlarını seyretmeye doyum olmazdı.
24414655zy4.jpg
Eğer o sene kar rumi yılbaşı olan ocak (kalandar) ayına gelmişse daha da eğlenceli olurdu.Anneler yaz aylarında tavan arasında sakladıkları yabanı fındık,ceviz,hurma ve daha sütlüyken kurutulan mısırı pişirip çocukların kapılarını çalmasını beklerdi.Gelenlerin eli boş gönderilmez mutlaka bunlar verilirdi.Bu gelenek nerelerden onlara kalmış pek emin değilim ama onlar hesaplarını hep rumi takvime göre yapardı.Ne zaman ne ekileceği veya tarlaların bellenmeye başlayacağı hep o takvime göre ayarlanırdı.Birde baharın geldiğini öğrenmek için guguk kuşunun “gugkuuu” diye ötmesi beklenirdi.O kuşu duyan eğer aç karınaysa uğursuzluk getireceğine inanılırdı.O nedenle guguk kuşunun geleceği dönem yaklaşınca herkes buna dikkat ederdi.
44608488xx4.jpg

Ağnas hanlarında esnaf yağan karların bereketinden faydalanırdı.Kar demek aslında aileler için dert demekti.Bu mevsimde herkes bahara kadar yetecek erzakları onlardan temin ederdi.Köyde herkes bir birini tanıdığından pek para konusu olmazdı. Alınan mal için alanın eli bollaşana kadar idare edilirdi.Her ailenin bir esnafı vardı alan ona bağlı kalırdı.Zaten biraz da eli mahkumdu! Köyde aile reisleri yani babalar genelde gurbette olurdu.Köyde kalan pek azdı ve bütün ailenin yükü anaların üstündeydi.Onlar hem analık hem de babalık vazifelerini baba gurbetten gelene kadar sürdürmek zorundaydı.Zaten gurbette olanlar bir veya iki yılda bir 1-2 aylığına izine gelirdi.Bu süre zarfınca “kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” hesabı esnaf deftere yazardı.Zaten yollar genişleyip asfalt olunca Araklı’ya ulaşım 10-15 dakikaya düşünce burada olan esnaf sadece bir dönem yaz deftere hesabiyle ayakta kalmış ve daha sonra tamamen terk etmiştir.Artık Ağnas esnafı çarşıdan (Araklı) almayı unutmuşların geldiğini görünce öyleyse her şey iki katı demiş son dönemlerinde kendilerini “unuttum bakkaliyesi” olarak adlandırmaya başlamışlardı.En son kalan esnaf (Hasan Yalcınkaya)ise bir cinayete kurban gitmişti.Kendisi telefon santralı otomatik olunca zaten bırakmak zorunda kalacaktı.
52jr8.jpg
 
Son düzenleme:

seyfi

Administrator
Local time
06:15
Katılım
15 Kasım 2005
Mesajlar
6,014
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
59
AĞNAS’DA BAHAR
baharwq0.jpg
Fındıklar püsküllerini dökülüp filizlemeğe başladığında,kuşların çıldırmış gibi sesler çıkarmaya başlamaları baharın müjdecisiydi.Artık daha fazla yağmur ve sis,havaların ısınmaya başladığını hissetmemiz veya doruklarda karların erimeye başlaması ve azalması hep Ağnas’a ilkbaharın geldiğinin işaretlerindendi.Bu arada Karadere yatağına sığmayıp eriyen karlar ile adeta çamur akmaktadır.Doğa artık uyanmıştır.Göz alabildiğince her yer yemyeşil olmuştur.Çiçekler rengarenk açmış,fındık dalları en güzel yeşilini sunmuştur.Lahana,Kabak,Şalgam ve Turp çiçeklerini de unutmamak lazım..
arpati0.jpg
Fındık bahçelerini zamanla belimize kadar büyüyecek olan otlar kaplamıştır.Aralarında yetişen yabani çileği(Hanifta)en sevdiğimiz ve aradığımız ürünlerdendi.Bu arada özellikle bizim yetiştirdiğimiz “nane,maydanoz” gibi otlarda vardı.Bu otlar bizim,diğerleri de hayvanların yemi olması için biçilip,kurutulup saklanacaktır.Bu nedenle ilk iş olarak fındık bahçelerinin gübrelenmesi ile çalışmalar başlatılırdı.Daha sonra tarlalarda ekili olan arpanın yaş olarak biçilmesi ve biçilen yerlere mısır ekilmesi için belleme çalışmaları başlatırdı.Bu arada gelecek seneye tohum olsun diye bir kısımda tohumluk arpa yetiştirmek gerekirdi.Biçilen arpalar da yine gelecek günler için hayvanlara yem olarak kurutulup saklanırdı.Dik arazide bellemek aslında diğer yerlere göre daha kolay olurdu.Ama arpa ekili olduğundan biçilen arpaların kökleri hala toprağın içindedir ve bu iş biraz zahmet verirdi. Bu arada tarlada ekili olan lahanalara zarar vermemek önemliydi.Lahanalar mısır ile beraber hasat zamanına kadar tarlada kalırdı.Bellenen tarla daha sonra kazmalar ile kazınarak toprak tortularının olabildiğince küçük olmasına çalışılırdı.Mısır tarlasının içine fasulye,kabak,salatalık ve patates ekilirdi.
bellemege5.jpg

Sabah ezanı ile başlayan çalışmalar akşam ezanı okununcaya kadar sürer,akşam kimsenin yemek yemekten başka takati kalmadığından yarın sabah yine aynı işe devam etmek üzere yorgun argın uykuya dalınırdı.Tarlanın ekim işi bitiğinde işin bittiğini zannetmeyin! Mısırlar 25-30 cm olduğunda tarla içersinde büyüyen yabani otlar temizlenir,birbirine yakın ve zayıf fideler ayıklanırdı.Daha önemlisi mısırlar yağmur ve fırtınaya dayanıklı olsun ve toprağa daha sağlam tutunsun diye,ayak ile fideler yare yatırılırdı.Ağnas’da bu işleme “cargel” denirdi
glwy4.jpg
Baharın gelmesiyle biz çocukların kendimize göre eğlencesi ise ev çevresinde duvar üstlerine ve kenarlarına sevdiğimiz çiçekleri dikmek ve onların açmasını beklemekti.
Gül,ortanca,kadife çiçeği vs. en sevdiklerimizdendi.

Doğu Karadeniz’in zor yaşam koşullarında ufak tefek şeylerle mutlu olmanın ne kadar kolay olduğunu,toprağın da yetişenleri görmek ve ürününü almak için verilen bu mücadeleden anlayabiliriz.Bir avuç mısır üretmek için verilen bu zor mücadele aslında “Araklı’da ekmek aslanın ağzında” demek gibi bir şey olmalı…….
 

seyfi

Administrator
Local time
06:15
Katılım
15 Kasım 2005
Mesajlar
6,014
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
59
Değirmencik ilk Öğretim Okulu 1971-76

deirmencikhb1.jpg
Değirmencik ilk Öğretim Okulu 1971-76
Okul bizim mahallede (Orta Mahalle)olduğundan diğerlerine göre daha şanslıydık.Yakın derken patika yoldan 700-800 metre yürümemiz gerekiyordu.
Fakat,karşıdan(Mahtila)gelenleri düşünürsek okul bize 1 adım uzaklıkta gibiydi.Seymenler Mahallesi uzak,Baş Mahalle biraz daha yakındır.
Sabah uyandığımız da karşı dağda olan Mahtila’dan öğrencilerin,dik yamaçlardan aşağılara doğru inen siyah karıncalar gibi dizildiklerini görebilirdik.Onları izlerken “okula geç kaldım mı?”diye saate bakmamıza bile gerek yoktu!Daha dereye(Ağnas Hanları)inecekler bizim bulunduğumuz tarafta olan Değirmencik ilk Öğretim Okulu’na kadar en az indikleri kadar yürümeleri gerekecekti.Aralarında sınıf arkadaşlarım da vardı.En yakın arkadaşım bize göre boyu daha kısa olan İsmet Aksoy ile aynı sırayı paylaşıyordum.Diğer arkadaşlarım:Baş mahalle’den aksine uzun boylu olan,Mehmet Baysan ve Orta Mahalle’den Celal Aksoy.(Celal amansız bir hastalık nedeniyle 20 yaşında aramızdan ayrıldı)
Sınıf öğretmenimiz Kıymet Özdemir bizi mezun ettikten sonra Sakarya-Akyazı’ye tayin olmuştu.5 yıl boyunca adeta bizleri bir ana sevgisiyle eğitmişti.Onu hayatımın her döneminde hep sevgi ve saygı ile hafızamda tuttum ve tutmağa devam edeceğim!
Okul yıllarımız da;
Öğretmenler de Ağnas hanlarından okula olan 2-3 km yolu patika yoldan yaya olarak gelirdi.O yıllarda sadece dere boyu araba yolu vardı.Aslında okul yıllarımızın 2 veya 3. sınıfında köyümüze de araba yolu geldi,Maalesef bu yoldan uzun süre okul yararlanamadı.Çünkü yol okulun olduğu Orta mahalle’ye değil de daha güney de olan Baş mahalle’ye gelmişti.Daha sonra bu yol bizim evinde yukarısında olan Hacıeminler’in bile yukarısından Seymenler’e kadar gitmişti. Köyün büyük bir bölümüne uzun süre pek faydası olmamıştı.
Neden böyle olmuştu:belki de yol ,o zamanki muhtarımızın evininin yakından geçsin diye veya arazilerine yolun değmesini istemeyen toprak sahiplerinin yüzünden emin değilim!
Eski okul,Ağnas hanlarından at,eşek ve insan sırtında taşınan malzeme ile cefakar köylüler tarafından yapılmıştı.Civar köylerin ve Ağnas’ın çocukları bu okulda eğitim görmüştü ve bu gün hala yeni binasında eğitime devam edilmektedir.
Benim okula başladığım yıllarda,eski okul binası ve yanına ilave edilen başka bir tek katlı beton bina,daha sonra ona da ilave başka bir bina vardı.Eski binanın arka tarafında,okul müdürü Hüseyin Zihni’nin lojmanı,hemen yanında Kedirlerin Osman Dayının bakkalının karşısında,kokusu uzaklardan hissedilen tuvalet binası ve onun arkasında odunluk…..
Okula gelen öğrencilerin evlerinden odun getirmeleri zorunluydu.Gelen odunların çetelesi görevli bir öğrenci tarafından tutulur ve getirenin adına kaydedilirdi.Su yoktu köyün tek su kaynağı olan Muzul’dan gelen su ara sıra yağışlı zamanlarda az yukarıdaki caminin yanında olan çeşmeden akardı.Okul zamanları müthiş bir susuzluk yaşanırdı.
1. ve 2.sınıfa kadar okul Cumartesi yarım gün olmak üzere haftanın 6 günü eğitim verirdi.Sanırım 3.sınıfta bu günkü sistem geldi. Okulun çok kalabalık öğrenci kitlesi vardı ve bazen derslik sıkıntısı yaşanıyordu.

İlk zamanlar büyük kazanlarda adeta çimento torbalarını andıran torbalardan boşaltılan süt tozunun kaynatılmasını ve iğrenç kokan bu karışımın öğrencilere içirilmesini hatırlıyorum.Zaten herkesin evinde en az bir inek vardı,bu iğrenç tozdan üretilen süt neden içirilirdi,ben hala onu çözebilmiş değilim.Fakat bu tozların Amerikan yardımı diye ülkemize verildiğini ve öğrencilere içirildiğini az çok biliyorum.Neden içirildiği konusunu sanırım,o zamanın yöneticilerine ve hükümetine sormak lazım!
Bizim sınıf eski okulun arka tarafına bakan ve öğrenciler tarafından “ahır” adı verilen sınıftı.Güneşin pek az kendini gösterdiği ve elektriksiz bir okulun bu sınıfında öğrenim görmenin zorluklarını ancak şimdi anlayabiliriz.Galiba 2 penceresi vardı ve pencereye yakın oturanlar daha şanslıydı.Sınıfımız da sanırım 40 veya 50 öğrenci vardı.Öğretmenizin eşi Hüseyin Özdemir diğer A sınıfının öğretmeniydi.B sınıfı yani bizim sınıf ilk yılı derslik sıkıntısı nedeniyle küçük bir sınıfta bir sırada 5-6 öğrenci sıkışarak o yılı tamamlamıştı.Diğer yıl “ahır” sınıfın da olanların mezun olmasıyla rahatlamıştık.
Anlaşılacağı gibi,sınıfımızı ne kadar beğenmesek bile o sınıfı bulmak bile büyük rahatlık sağlamıştı.Eğitim koşullarının zor olması beklide daha fazla bilgi alma isteği uyandırıyordu.Ben sınıfımın en başarılı öğrencisiydin desem belki de ayıp kaçacak o nedenle bu konuya fazla girmeden diğer arkadaşlarımın aklımda kalanlarını yazayım.
Celal Aksoy,Mehmet Baysan ve İsmet Aksoy’dan daha önce bahsetmiştim.Yılmaz Aksoy,Ayşe Durmuş,Hünkar Çınar,Aysen Çınar,Orhan Özdemir,Ayşe Koçarslan veya Koçyığıt,Sevim Demirbaş,Havva Demirbaş,Ali Aydın,Bayraktar Koçarslan veya Koçyığıt,Asiye veya Ayşe Baysan,Asiye Odabaş şimdi aklıma gelebilenler ama araştırıp hepsini yazmak istiyorum.

Değirmencik Köyü ilk öğretim okulu,günümüzde taşımalı eğitim ile bir çok köyün öğrencilerine eğitim vermeğe devam ediyor.Eskiden olduğu gibi yağmur,çamur,kar ve fırtına kilo metrelerce yürüme derdi yok.Elektrik var Ana okulu ve internet,bilgisayar sınıfı bile var.Fakat uzun yılların sorunu olan su sıkıntısı henüz çözümlenmiş değildir.Su, gurbette olanların katkılarıyla Ağnas Hanlarından yapılan sistem ile yukarıda olan depoya pompa ile basılmaktadır.Fakat sürekliliği olmayan ve masraflı bu sistem sorunu tam olarak çözmemektedir.Diğer zamanlarda ise yağmur yağarsa bu sular Orta mahalle ırmağından depoya oradan da okula verilmektedir.Bu kirli suyu içmek Orta mahallede yaşayan insanların ve okulumuzun kaderi olmaktan bir an önce çıkarılmalıdır.Ben yaz mevsiminde bu su yüzünden ishal ve diğer sağlık sorunları yaşayanları biliyorum.Artık ilçemizin yöneticilerinin de bir an önce bu soruna bir çözüm bulmasını dilemekten başka elimizden gelen bir şey yok.
Seyfullah Aksoy
anaswm0.jpg
 

seyfi

Administrator
Local time
06:15
Katılım
15 Kasım 2005
Mesajlar
6,014
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Yaş
59
İlk Yayla Maceram(Gezge Yaylasına)

gezgeqt8.jpg

Yaylaya yolculuk
Sanırım 9 veya 10 yaşlarındaydım ve Hasan Ağabeyim ile 2 ineğimizi bu köyde yaylacılık yapan adını hatırlayamayacağım ama sanırım Ağnas-Seymenler'den olan yaylacıya bırakmak için yaya olarak 2 günlük bir maceradan sonra bu köye ulaşmış ve 1 gece burada kalmıştık.

O yıllarda yollar 1 arabanın geçebileceği genişlikteydi yağmur yağdığında sık sık heyalan yaşanıyordu.Biz sabah erkenden 2 ineğimizi alarak yaylaya giden kafileye katıldık.O yıllarda yol olmasına rağmen araç ile yaylaya ulaşmak çok pahalı ve tehlikeliydi.Fakat inekler devamlı ahırda kaldığı için yüremekte zorlanıyordu.Kısa sürede kafileden koptuk,gelen bizi geçiyordu ve bizim başımız hayvanlar ile beladaydı.Sonun da hava kararmağa başladı biz hala yoldaydık tek başımıza ve perişan.Gelen geçen arabalara "hidirellez" mağaralarını soruyorduk.Az var diyorlardı ama bir türlü ulaşamıyorduk nedense!Bu mağara yaylacıların geceledikleri bir barınaktı.Biz "karameşe" denilen ve hep hurafelerle anılan ormanda akşam üstü tek başımıza kala kalmıştık.Bu arada ineğimizin birisi yolun ortasında oturup kalmıştı!Ağabeyim "haydi gidelim" dedi ve ineği bırakıp diğer ineği alarak hızla yola devam etmeğe başladık.Az sonra Hidirellez mağaralarının dumanını hissetmeğe başladık sevindik.Bu arada arkamıza baktığımızda diğer ineğin de bize yetiştiğini görüp daha da sevindik.
Ulaştığımız bu mekan da diğer yaylacılar çoktan konaklamıştı.Oraya ulaştığımız da ınsanımızın o mısafir perverliği yine devreye girdi.Hayvanlarımıza yem,bize yemek ve çam dallarından yaptıkları yatacak yerlerini verdiler.İhtiyar bir amca "siz sabah herkesten önce yola çıkın" diye öğüt verdi.
Biz de herkesten önce yola çıktık ama yine bir süre sonra herkesin gerisinde kaldık.
Sonun da Pamuğun Gölü'ne ulaştık.Bu sefer de küçük inek ucurum gibi dik yamaç olan yere kaçtı.Orada otlamağa başladı.Bizde keyfi olana kadar bekledik ve yukarıya Pazarcık girişine kadar gidip orada mola verdik.Bu arada yayladan ot taşıyan bir kamyonun Pamuğun Gölü'n deki virajı alamayıp aşağıda uçurumdan aşağıya(Tilki beli)Rumların yapmış olduğu eski köprünün yanına kadar düştüğünü gördük.Şöför Virajı dönerken kendisini araçtan atarak kurtardı fakat kamyon param parça oldu.Daha sonra Pazarcık'da yemek yedik ve akşam olmadan Gezge köyüne ulaşıp,ailesi ile bir eve yerleşen yaylacı amcamızın yanında geceyi geçirdik.Sabah yine Pazarcı'ka kadar yürüyüp oradan minibüse bindik ama bu arada yağmur yağmaya başamıştı.4-5 km gitik bu seferde yolun heyelan nedeniyle kapandığını gördük.Yolun 2 güne açılamayacağını söylediler.Biz yine bir süre yaya olarak daha sonra bir kamyonun üzeriende akşam olmadan köye dönebildik.

 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
shape1
shape2
shape3
shape4
shape7
shape8
Üst