- Katılım
- 15 Kasım 2005
- Mesajlar
- 6,014
- Tepkime puanı
- 3
- Puanları
- 0
- Yaş
- 60
ATATÜRK'ÜN MİLLİYETÇİ KİŞİLİĞİ
Gerçek Bir Türk Milliyetçisi
Yirminci yüzyılda siyaset sahnesi incelendiğinde akla tarihte çok derin etkiler bırakmış, insanlığa yeni ufuklar açmış çok az lider gelir. Özellikle de olumlu etkisi olan liderlerin sayısı oldukça azdır ve ne yazık ki bu liderlerin birçoğunun, gerek şahısları gerekse eserleri açısından bir yüzyıllık zaman bile dayanamadan tarihin karanlık dehlizlerine gömülmüş olduklarını ibretle tespit ederiz. Ama 20. yüzyıla damgasını vuran birkaç lider hala kurdukları eserler sayesinde "yaşamakta", hatta her geçen gün daha da güçlenmekte ve büyümektedirler. Bu uzun soluklu liderlerin başında ise Mustafa Kemal Atatürk gelmektedir.
Ölümünün üzerinden 32 yıl, Cumhuriyet'in kurulmasından ise 77 yıl geçmiş olmasına rağmen, Atamızın anısı ve onun kurduğu Cumhuriyet'in varlığı güçlenerek sürmektedir. Bu gücün sebeplerini tespit etmek, Atatürk'ün bize emanet ettiği Cumhuriyet'in devamını sağlamak açısından çok önemlidir.
Atatürk, dünya tarihinde gerek kişiliği gerekse yaptıklarıyla yeri asla doldurulamayacak, müstesna kişilerden biridir; sadece bizim gözümüzde değil, tüm dünya kamuoyunda tanınmış, çok yüksek ahlaki meziyetlerle bezenmiş tam bir Osmanlı beyefendisidir.
Ülkemiz bazı dönemlerde çok kritik ve gergin bir sürecin içinden geçmiştir. Gerek dış politikada, gerekse iç politikada, siyasal, sosyal ve ekonomik açıdan pek çok sorunla karşı karşıya kaldığımız dönemler olmuştur. Ama tarihi boyunca tüm zorluklardan yek vücut olup çıkmayı çok iyi bilen Türk halkının, bu zorlu dönemeçlerden geçebilmesi de sanıldığı kadar zor olmamıştır. Ulu Önderimiz Atatürk'ün bize açtığı yolun ışığında, onun "Türk Milleti, milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir" sözünden hareketle, milletçe özlemini duyduğumuz barış, huzur ve güven ortamına kavuşmak mümkün olmuştur ve bundan sonra da olacaktır. Atatürk'ün kurduğu ve bizlere emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti'nin devamı onun ahlakının rehber edinilmesi, her konuda olduğu gibi milli birlik ve beraberlik konusundaki ilkelerinin de çok iyi kavranması ve pratiğe geçirilmesi, bölücülük unsuru olarak kullanılan tüm pürüzlerin ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilir.
Şüphesiz, ben Türk'üm diyen herkesin övünebileceği vasıflardan en önemlisi Atatürkçü olabilmek, ama sadece sözle değil, tüm hareketleriyle, ahlakıyla, başarılarıyla Atatürkçü olabilmektir.
Atatürk'ün Milliyetçilik Anlayışı
Toplumların gelişmesinde bugün erişilen son aşama millettir. 1. Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan "Milletler Cemiyeti", II. Dünya Savaşı'ndan sonra oluşturulan "Birleşmiş Milletler Teşkilatı" adlarından da anlaşıldığı gibi, "millet" gerçeğinden hareket etmekte ve "milliyetçilik" duygusunu esas almaktadır. </SPAN>
Bilindiği gibi ulusçuluk (milliyetçilik) akımı ilk olarak 1789 Fransız İhtilali ile ortaya çıkmıştır. Fransız İhtilali yurttaşların en başta ve herşeyden önce krala değil, millete ve devlete sadakat borcu ile yükümlü oldukları anlayışını yaygınlaştırmıştır. Bu dönemden sonra milli bayrak, marş, tatil günleri gibi "milliyetçilik sembolleri" belirginleşmiştir. Fransa'dan sonra İngiltere ve İspanya, daha sonra da Almanya ve İtalya milli birliklerini gerçekleştirmiş, "devlet" çatısı altında toplanmayı başarmışlardır.
Batı'dan yayılan bu milliyetçilik dalgası 1. Dünya Savaşı öncesi Osmanlı İmparatorluğu'na da sıçramıştır. Osmanlı Devleti birçok ulusu barış ve kardeşlik çizgisinde altı yüz seneyi aşkın bir süre büyük bir başarıyla birarada tutabilmiştir. Ancak Osmanlı topraklarında gözü olan çıkar çevrelerinin çeşitli taktik ve oyunlarıyla içimizdeki bu milli unsurlar, zaman içinde kendi bağımsızlıklarını arama yoluna gitmişler ve bu çok uluslu imparatorluğun sonunu getirmişlerdir.
Parçalanan imparatorluğun elde kalan topraklarında, Misak-ı Milli sınırları içinde Mustafa Kemal tarafından Yeni Türk Devleti kurulurken, ülke maddi ve manevi yönden sağlam temellere dayandırılmak istenmiştir. Mustafa Kemal'i, kendinden önce gelmiş reformculardan ayıran nokta; Tanzimat Hareketi gibi sadece kanun ve yönetim alanında kalmayıp bütün hayatı içine alan bir değişiklik istemesiydi. Atamız memleketin siyasi yapısını değiştirmek, halkı uyandırıp onları Fransız İhtilali ile doğan ve Batı Avrupa'nın birçok ülkelerinde gelişen Milli Hakimiyet kavramına çekmek istiyor, yeni Türk devletini bu prensip üzerine bina etmeyi amaçlıyordu.
Atatürk milliyetçiliği, Atatürk'ün dünya görüşüne hakim olan akılcılık ve gerçekçiliğin bir ifadesidir. Bu noktada Mustafa Kemal'in kendi milliyetçilik anlayışının kavranmasında yarar vardır. Zira Atatürk'ün kastettiği milliyetçilik iyi anlaşılmadığı takdirde izlenecek yol, devleti ve milleti bölmeye varan toplumsal husumetlere sebebiyet verebilir.
Atatürk'ün birleştirici, bütünleştirici, toplayıcı, yüceltici, çağdaş ve medeni milliyetçilik anlayışı, bugün de, bağımsızlığımızı, milli beraberlik ve bütünlüğümüzü her türlü saldırıya karşı korumak, Atatürkçülüğe aykırı çeşitli totaliter ideolojiler karşısında ve başka milletlerle ilişkilerimizde doğru yolu bulmak için sağlam bir rehberdir. Bugün bunun dünya üzerinde örnekleri çoktur.
Bir milliyetçilik hareketinin, toplumsal etkileşim çerçevesinde ayrılıkçı mı, yoksa bütünleştirici mi olduğu çok önemlidir. Bir başka deyişle, ancak başka ulusları alçak ve hor gören bir milliyetçilik anlayışının ayrılıkçı olduğu düşünülürse, bu hareket tarzının en belirgin örneği, "Nazi Almanyası"nda egemen olan milliyetçiliktir. Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı bu açıdan diğer anlayışlardan çok büyük farklılıklar taşır. Çünkü onun en önemli özelliklerinden biri, daha Cumhuriyet'in başında dışarıdan bakanların bile saptadıkları biçimde bütünleştirici olmasıdır. Atatürk, kendi milliyetçilik anlayışını şu sözlerle tarif etmiştir:
Atatürk, her zaman milliyetçi kişiliği ile ön planda olan bir liderdi.
Bize milliyetperver derler ama biz öyle milliyetperverlerdeniz ki bizimle işbirliği yapan tüm uluslara saygı gösterir, onları gözetiriz. Onların tüm milliyetçiliklerinin gereğini tanırız. Bizim milliyetperverliğimiz herhalde bencilce ve kibirli bir milliyetperverlik değildir ve özellikle biz İslam olduğumuz için bizim İslamiyet açısından ümmetçiliğimiz de vardır ki bu, milliyetperverliğin çizdiği sınırlı çemberi sonsuza doğru genişletir. (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c.l-s 91-92/97-98/1.8.1920, Doğu Cephesindeki hareketsizlikle ilgili soru önergesine verilen cevap.)
Salt "ırkçılık" üzerine kurulu milliyetçilik duygusu birçok toplumu felakete sürüklemiştir. Fakat bazı yabancı dillerden farklı olarak, Türkçemizde "milliyetçilik" sözcüğü daima olumlu bir anlam taşımıştır. Milliyetçi olmak, millet gerçeğine ve milleti oluşturan unsurlara gereken yüksek değeri vermektir. Çağımızın en büyük gerçeklerinden biri olan "millet" gerçeğini reddetmeye kalkışan, milli bilinci ve beraberliği yok edip onun yerine sadece sınıf bilincini ve sınıf kavgasını geçirmek isteyen, milliyetçiliğin asıl anlamını çarpıtıp, bu kelimeye aşırı ve ters anlamlar yüklemeye uğraşanlar vardır. Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı, milliyetçilikle taban tabana zıt olan komünizmle yan yana gelemeyeceği gibi, ırkçılıkla, totaliter faşizmle, şovenizmle, teokratik düzen savunuculuğuyla da bağdaşmaz. Atatürk'ün bizlere tarif ettiği milliyetçiliğin temeli Ziya Gökalp'e dek uzanan "Hars Milliyetçiliği" dir. Bunun için önce Ziya Gökalp'in Hars Milliyetçiliği'ni nasıl tanımladığına göz atmakta fayda vardır.
Türk Milliyetçiliğinin Uyanışı
Ziya Gökalp
Ziya Gökalp millet olarak yükselmenin yolunu kültür (hars) ve uygarlık ile mümkün görmüştür. Kendi milli kültürümüzü muhafaza etmek ve Batı uygarlığını da tam olarak almak kaydıyla bunun başarılabileceğini düşünmüştür. Kastedilen milli harsın (kültürün) ise halkta olduğunu söylemiştir. Gökalp, "Bugün gerçeklik alanında Türkiyecilik vardır" der ve hars milliyetçiliğini "ırkçılık" veya "kafatası milliyetçiliği"nden ayırır. Gökalp, "Türkiyeciliği" ön plana çıkarmış ve millet olarak geleceği hars milliyetçiliğinin kavranması ve özümsenmesinde görmüştür. </SPAN>
Tarih ve kültür birliğine dayanan insanların milli bir şuurla birleşmesinden hars milliyetçiliği doğar ve kastedilen bu anlayış (milliyetçilik), hiçbir şekilde ırk ya da etnik köken ayrımına dayanmaz. Ziya Gökalp'in miliyetçilik anlayışında kastedilen harsın bir milletin bünyesinde kendiliğinden, tabi olarak gelişmesi dikkat çeker. Gökalp'e göre harsı kuvvetli olan milletler, harsı bozulmuş olan milletlere karşı galip gelirler, Türklerin tarih boyunca galip gelmelerinin altında yatan ana sebep de budur. "Türkçülük, Türk Milleti'ni yükseltmek demektir" derken, kastettiği fikrin ırkçılıktan farkını Ziya Gökalp şöyle vurgular:
Fatih Sultan Mehmet
Ziya Gökalp Türk milliyetçiliği davasına gönül verdikten sonra, Türk'ün haslet ve meziyetlerine, köklü medeniyetlerine, cesur, hoşgörülü, dürüst karakterine, eski Türk toplumlarına ve kültürlerine dikkati çeken birbirinden önemli ve etkili incelemeler, şiirler yazmıştır. 1915 yılında, yazdığı "Millet" adlı şiirinde bu köklü duygularını şu şekilde ifade eder:
Atatürk'ten önce "vatan" üzerine çok yazı yazılmış, fakat Türk unsurunun milli menfaatini üstün tutan, gerçek bir "anavatan" anlayışı bir türlü gelişememişti. Atatürk "Ne Mutlu Türk olana" değil, "Ne mutlu Türküm diyene" demiştir; yani ırk ya da etnik kökenin değil, Müslüman Türk kimliğinin ve karakterinin benimsenmesinin üzerinde durmuştur. Atatürk bir başka ifadesinde de şöyle der:
Atatürk'ün öncülüğünü yaptığı çağdaş milliyetçilik akılcı ve gerçekçidir. Prof. Sadri Maksudi Arsal'ın deyişiyle; "Bugünkü milliyetçilik sosyolojik ve psikolojik esaslara dayanır; kan tahlili ile uğraşmaz, kafataslarının şekliyle ilgilenmez. Belli bir millete bağlılık hissi, bugünkü milliyetçiliğin esasıdır."
Atatürk'ün, "Hazinemiz, istiklal ve vatanperverliğin kıymetini takdir etmeyi öğrenmiş olan milletimizdir" derken benimsediği anlayış kavrandığında ise, bunu takdir edebilen ve içinde Türk Milleti'ne mensup olmanın haklı gurur ve heyecanını taşıyan etnik unsurların, etle-kemik gibi Türk Milleti'nin asli bir parçası olduğu fark edilir. Büyük Önder'in milliyetçilik anlayışını açıklayan bir başka sözü ise şöyledir:
Siyasi ideolojisini merak eden yabancılara Atatürk'ün daima tekrarladığı söz şu idi: "Biz milliyetperveriz." İşte siyasi ideolojiler bağlamında düşünüldüğünde Atatürk'ün milliyetperverliğinin iyi anlaşılmasından ziyade uygulanmasının önemi ortaya çıkar. Bu takdirde, dış mihraklar tarafından bölücük gayesiyle ortaya atılan etnik köken farklılığının bu zihniyet ışığında sorun teşkil etmeyeceği görülür. Söz konusu çabalar Türk harsını zayıflatmak, dolayısıyla milli şuurumuzun yitirilmesini sağlamak ve Müslüman Türk Milleti'ni parçalamak adınadır.
Dolayısıyla bu vatanı seven, milli şuura sahip, Türk harsının doğal bir parçası olan ve kendisini Türk Milleti'nin bir ferdi addeden herkes, ırk ve etnik kimliğe bakmaksızın Atatürk milliyetçiliğini benimsemiş demektir. Türkiye'nin ve Türk Milleti'nin istikbali açısından dış güçler tarafından oluşması arzu edilen çekişmelere imkan tanımayarak, hazırlanan tuzağa düşmeyerek, Türk harsını ve Müslüman Türk kimliğini korumak en isabetli yol olacaktır.
Tesanüt, Milli Birlik ve Beraberlik Anlayışı
Atatürk'ün bizzat şahsi yaşantısını, mücadelelerini, konuşmalarını incelediğimizde bağımsızlık, milli iradeye güven ve millet iradesini hakim kılma arzusunun Atatürk'te aşk haline dönüşmüş olduğunu müşahede ederiz. Tüm iradelerin iflas ettiği anda da onun iradesini güçlü kılan bu aşktır. Çanakkale'de onu öne çıkaran, Trablusgarp ve Filistin'e gönderen, Samsun'a çıkaran hep bu aşktır. </SPAN>
Milli Birlik, Büyük Atatürk'ün ciddiyetle gözettiği ve bize miras bıraktığı en önemli esaslardan biridir, ve onun bu birlik ve beraberliği oluşturma hususundaki ilk temel ilkesi milliyetçiliktir. Atatürk'e göre; Türk Milleti din, kültür, ideal birliği ile birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu bir bütündür. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk Milleti'nin görevidir.
Vatanın dahili ve harici herhangi bir tehlikeden en az fedakarlıkla, en kısa zamanda kurtulması için yegane çare, herhangi bir seferberlik davetine her vatandaşın derhal, bir an kaybetmeksizin icabet etmesidir.
Mustafa Kemal Atatürk
Atatürk, tören birliğini denetlerken görülüyor.
(6 Haziran 1921)
Atatürk, Harp Akademileri tatbikatında.
(28 Mayıs, 1936)
Daha önce de belirttiğimiz gibi Atatürk milliyetçiliğinin yeryüzünde var olan diğer milliyetçilik akımlarından ayrılan en önemli özelliği çağdaşlık ve medeniyet yolunda ilerleme ve gelişme konusunda olduğu gibi, milletlerarası temaslarda da bütün milletlerle paralel olmasıdır. Türk Milleti diğer ülkelerle uyum sağlar, bütün milletleri ve insanlığı sever. Ancak Türk milliyetçiliği Türk Milleti'nin şeref ve çıkarlarına kastedilmesine ise asla izin vermez. Atatürk Türk milliyetçiliğini tanımlarken, özellikle milli karakter ve milli ideale önem vermiş, Türk Milleti'nin yüksek karakterini, çalışkanlığını, zekasını vurguladıktan sonra, milli birlik ve beraberlik içerisinde güçlükleri yenmeyi başardığını ifade etmiştir. Büyük Önder milli birlik duygusunu sürekli besleyerek geliştirmenin de, milli davamızın önemli bir unsuru olduğunu sıklıkla belirtmiştir.
Atatürk milli birlik ve beraberliğe dayanmayan hiçbir işin başarı getirmeyeceğine inanıyordu. Milli Mücadele yıllarında, İslam'dan aldığı tesanüt anlayışını tüm ulusa aşılamış, Türk insanını ortak bir şuur altında toplamıştır. Bu ruh sayesinde, içte ve dışta tam bağımsız, ekonomik gücü yüksek, milli iradeye dayanan, çağdaş, özgür ve şerefli Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmuş ve bugünlere gelmesine vesile olmuştur.
Atatürk'ün kurduğu ve genç kuşaklara emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasaları, milliyetçiliğe önemli bir yer vermiştir. 1924 Anayasası'na 1937 yılında yapılan ilaveler sırasında, milliyetçilik, diğer ilkelerle birlikte, devletin temel ilkelerinden biri olarak kabul edilmiştir. Cumhuriyet döneminin öteki anayasalarında da milliyetçilik, temel ilke olarak yer almıştır.
Tam anlamıyla inançlı bir milliyetçi olan Atatürk, fikir ve devlet adamı olarak, acı günler yaşayan Türk Milleti'ni yeniden güven duygusuna kavuşturmuş; Osmanlı Devleti'nin çöküş dönemlerinde halkta ve kimi aydın kesimde oluşan ümitsizlik ve güven eksikliğini yok edip, bütün millete Türk olmanın mutluluğunu ve gururunu yaşatmıştır. Öyle ki Milli Mücadele yıllarında tüm yabancı devlet adamları, diplomatlar ve dünya basını Mustafa Kemal önderliğindeki hükümetten kısaca "Milliyetçiler" diye söz eder olmuşlardı.
Atatürk'ün milli birlik ve beraberlik anlayışı, aynı amaç ve aynı kültür çevresinde toplanmış insanların birbirlerine kenetlenmesini gerektirir. Kuran-ı Kerim'in pek çok ayetinde de Müslümanların kendi aralarında birlik olmaları söylenir, birlik anlayışında yardım, bereket ve kudsiyetin olduğu ifade edilir.
Saf Suresi'nin 4. ayetinde "Hiç şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever" buyurulmaktadır. Yine başka bir ayette de "Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, dağılıp ayrılmayın…" ifadeleri yer almaktadır.
Milli birlik beraberlik anlayışını, işte Kuran-ı Kerim'de tarif edilen bu inancından alan Türk Milleti, bu manevi gücün tesiriyle başarılar kazanarak tarihe adını yazdırmıştır. Atatürk, "Sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir milletiz" ifadesiyle de birlik olmanın önemini vurgulamıştır.
Şüphesiz ülke olarak sorunlarımızın çözümü, hiçbir bölücü ve ayırıcı unsura izin vermeden ortak ülkü, inanç, irade ile seferber olmak ve bu uğurda hiçbir fedakarlıktan kaçınmamaktır. Yani Atatürk'ün söylediği gibi;
Ulu Önder, milli birlik ve beraberliğin sağlanmasında Milli Eğitimin öneminin büyük olduğunu söyleyerek bunun gerekliliği üzerinde de hassasiyetle durmuştur:
Çocuklarımızı aynı eğitim derecesinden geçirerek yetiştireceğiz. Kesinlikle bilmeliyiz ki iki parça halinde yaşayan milletler zayıftır, hastadır. Çocuklarımıza vereceğimiz öğrenim sınırı ne olursa olsun onlara esas olarak şunları öğreteceğiz; Milletine, Türkiye Devletine, TBMM'ne, düşman olanlarla mücadele; bu mücadelenin sebep ve vasıtaları ile donatılmayan millet için yaşama hakkı yoktur. (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt 2, 1952, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları)
Atatürk'e Göre Milliyetçilik Milli Kültürle Gelişir
Milli kültür, bir devleti ayakta tutan unsurların en önemlisidir. Çünkü milli kültür oluştuğunda ortaya bir millet çıkar. Millet ise, mutlaka ve mutlaka bir devlet oluşturur. </SPAN>
Eğer bir devletin halkı, milli kültürünü yitirmişse, yani bir millet olmaktan çıkmışsa, o devlet kısa süre içinde mutlaka yıkılır. Bu, kaçınılmaz bir sondur. O devletin askeri ya da ekonomik gücü ayakta kalmak için yeterli olmaz. Buna karşın, eğer bir halk, milli kültüre sahipse, millet olduğunun bilincindeyse, ekonomik ve siyasi yönden zayıf da olsa, bir süre sonra bu zayıflığı aşar ve kendisi için bir devlet inşa eder.
Türkiye'nin de içinde bulunduğu Ortadoğu bölgesine baktığımızda, milli kültüre sahip halkların her türlü zorluğa karşı varlıklarını koruduklarını, buna karşın bu kültürden yoksun halkların en ufak bir zorlamada dağılıp parçalandıklarını görebiliriz.
Irak, milli kültüre sahip olmayan ve bu nedenle de parçalanan ülkelere iyi bir örnektir. Irak, bilindiği gibi, I. Dünya Savaşı'nın ardından Osmanlı'nın yıkılmasının bir sonucu olarak İngiltere ve Fransa arasındaki gizli Skyes-Picot anlaşmasının sonucunda kurulmuştu. Ama ortada bir "Irak Milleti" ve doğal olarak da "Irak Milli Kültürü" yoktu, hiçbir zaman da oluşmadı. Bu nedenle de Irak, Körfez Savaşı'nın doğurduğu siyasi istikrarsızlığın sonucunda bir anda parçalanma sürecine girdi.
Irak örneğine karşılık, öteki uçta Almanya ve Japonya'yı gösterebiliriz. Bilindiği gibi, her iki ulus da güçlü bir milli kültüre sahiptir. II. Dünya Savaşı'ndan enkaz halinde çıkan bu ülkeler, milli kültürlerinin gücü sayesinde kısa sürede toparlanarak ciddi birer dünya gücü haline gelmişlerdir.
Bu örnekler ortaya açık bir gerçek çıkarmaktadır: Devletin bekası, milli bilincin, milli kültürün gücüne bağlıdır. Bir devlet çok büyük saldırılarla da karşı karşıya kalsa, halkının sahip olduğu milli kültür onu yaşatır. Hatta o devlet belki yıkılır, ama o millet, yerine yenilerini kurar.
Türk milliyetçiliğini anlam ve içerik açısından en iyi şekilde kavrayan ve Ziya Gökalp'lerden günümüze kadar taşıyan Büyük Önder Atatürk'e göre "Millet, aynı kültürden insanların oluşturduğu toplumdur". Kısaca "ortak kültür" millet olmanın temel unsurudur.
Asırlardan beri kendi öz kültüründen bilinçli bir şekilde uzak tutulmaya çalışılmış, kökleriyle tüm bağları kopma noktasına getirilmiş Türk halkının, bu bağlarını sağlamlaştırmak sanıldığı kadar kolay olmayacaktı. Kendi kültürünün bile bilincinde olmayan halka ilk önce 600 yıllık şanlı geçmişi anlatılmalı, bu şanlı millete ait olmanın coşkusu halkın kalbinde uyandırılmalı ve bu bilinci ayakta tutma isteği oluşturulmalıydı.
Milletini çok iyi tanıyan ve daha gençlik yıllarından itibaren milliyetçilik aşkıyla yaşayan Atatürk, bunun için neler yapması gerektiğini çok iyi biliyordu. İlk önce tarih konusuna eğilmeli, "dil"le ilgili çözümler üretmeli ve halkın güzel sanatlara olan ilgisini açığa çıkartmalıydı. Ve hemen işe koyuldu...
Dil ve Tarih Faktörünün Önemi
Atatürk'ün Türk Milliyetçiliğini geliştirmek ve sağlamlaştırmak için kullandığı iki önemli yöntem, tarih ve dil unsurlarında ortaya çıkmaktadır. Ortak bir kültürden gelen Türk Milleti bu tarihte, ülküde birliğinin farkına varmalıydı. İşte bu amaçla ilk olarak Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu kurulmuştur. Ulusal kimliği geliştirici işlevler yerine getirmek üzere kurulan bu kurumların çalışmaları, milliyetçilik ilkesini birleştirici ve bütünleştirici bir çizgiye oturtmuştur. Bu şekilde bir çatı altında birleşen devletin hızla eğitilmesi, ve yıllar boyunca oluşan açıkları kapatmak da çok kapsamlı bir çalışma gerektirmekteydi. Atatürk "Milli duygu ve dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin milli ve zengin olması milli duygunun gelişmesinde başlıca etkendir" derken, cumhuriyetin en temel ilkelerinden olan milliyetçilik ilkesinin yerleşmesinde milli tarihin ve milli dilin önemini vurguluyordu. Bu girişimle çağdaşlaşma yolunda da çok önemli bir adım atılıyordu. </SPAN>
Cumhuriyetçilik, Halkçılık ve Devletçilikle beslenen Atatürk milliyetçiliği, hiç kuşkusuz çağdaşlaşma yolunda atılan en önemli adımdır. Atatürk liderliğinde kazanılan İstiklal Savaşı'nın başlıca dayanağı Türk milliyetçiliğidir. Zaferden sonra yürürlüğe sokulan Türk inkılabının amacı da; Türk Milleti'ni tümü ile çağdaş yapmaktır. Atatürkçü yaklaşımda millet olma duygusunun güçlendirilmesi ile çağdaşlaşma birbirini tamamlamaktadır. Atatürk bir yandan Türk Milleti'ni çağdaş yapmak, diğer yandan tarih ve dil çalışmaları ile Türk kültürünün milli temellerini geliştirmek istemiştir.
Ona göre tarihçiliğimizdeki bu eksiklik Türk milliyetçiliğinin uyanışındaki gecikmenin sonucu idi. Dünya milletleri Osmanlı ülke ve devletinden "Türkiye", "Türk İmparatorluğu" diye bahsederken, bizde "Türk" sözü dile bile alınmıyordu. İlk defa Batılı Türkologların, Orta Asya'da başlayan Türk tarihine dikkati çeken eserler yayınlamaları, Türk tarihine karşı ilgiyi uyandırmış ve böylece Türk tarihçileri Türk Milleti'nin tarihine yer vermeye başlamışlardır.
Gerçek Bir Türk Milliyetçisi
Atatürk, dünya tarihinde gerek kişiliği gerekse yaptıklarıyla yeri asla doldurulamayacak, müstesna kişilerden biridir; sadece bizim gözümüzde değil, tüm dünya kamuoyunda tanınmış, çok yüksek ahlaki meziyetlerle bezenmiş tam bir Osmanlı beyefendisidir.
Ülkemiz bazı dönemlerde çok kritik ve gergin bir sürecin içinden geçmiştir. Gerek dış politikada, gerekse iç politikada, siyasal, sosyal ve ekonomik açıdan pek çok sorunla karşı karşıya kaldığımız dönemler olmuştur. Ama tarihi boyunca tüm zorluklardan yek vücut olup çıkmayı çok iyi bilen Türk halkının, bu zorlu dönemeçlerden geçebilmesi de sanıldığı kadar zor olmamıştır. Ulu Önderimiz Atatürk'ün bize açtığı yolun ışığında, onun "Türk Milleti, milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir" sözünden hareketle, milletçe özlemini duyduğumuz barış, huzur ve güven ortamına kavuşmak mümkün olmuştur ve bundan sonra da olacaktır. Atatürk'ün kurduğu ve bizlere emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti'nin devamı onun ahlakının rehber edinilmesi, her konuda olduğu gibi milli birlik ve beraberlik konusundaki ilkelerinin de çok iyi kavranması ve pratiğe geçirilmesi, bölücülük unsuru olarak kullanılan tüm pürüzlerin ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilir.
Şüphesiz, ben Türk'üm diyen herkesin övünebileceği vasıflardan en önemlisi Atatürkçü olabilmek, ama sadece sözle değil, tüm hareketleriyle, ahlakıyla, başarılarıyla Atatürkçü olabilmektir.
Atatürk'ün Milliyetçilik Anlayışı
Toplumların gelişmesinde bugün erişilen son aşama millettir. 1. Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan "Milletler Cemiyeti", II. Dünya Savaşı'ndan sonra oluşturulan "Birleşmiş Milletler Teşkilatı" adlarından da anlaşıldığı gibi, "millet" gerçeğinden hareket etmekte ve "milliyetçilik" duygusunu esas almaktadır. </SPAN>
Bilindiği gibi ulusçuluk (milliyetçilik) akımı ilk olarak 1789 Fransız İhtilali ile ortaya çıkmıştır. Fransız İhtilali yurttaşların en başta ve herşeyden önce krala değil, millete ve devlete sadakat borcu ile yükümlü oldukları anlayışını yaygınlaştırmıştır. Bu dönemden sonra milli bayrak, marş, tatil günleri gibi "milliyetçilik sembolleri" belirginleşmiştir. Fransa'dan sonra İngiltere ve İspanya, daha sonra da Almanya ve İtalya milli birliklerini gerçekleştirmiş, "devlet" çatısı altında toplanmayı başarmışlardır.
Batı'dan yayılan bu milliyetçilik dalgası 1. Dünya Savaşı öncesi Osmanlı İmparatorluğu'na da sıçramıştır. Osmanlı Devleti birçok ulusu barış ve kardeşlik çizgisinde altı yüz seneyi aşkın bir süre büyük bir başarıyla birarada tutabilmiştir. Ancak Osmanlı topraklarında gözü olan çıkar çevrelerinin çeşitli taktik ve oyunlarıyla içimizdeki bu milli unsurlar, zaman içinde kendi bağımsızlıklarını arama yoluna gitmişler ve bu çok uluslu imparatorluğun sonunu getirmişlerdir.
Parçalanan imparatorluğun elde kalan topraklarında, Misak-ı Milli sınırları içinde Mustafa Kemal tarafından Yeni Türk Devleti kurulurken, ülke maddi ve manevi yönden sağlam temellere dayandırılmak istenmiştir. Mustafa Kemal'i, kendinden önce gelmiş reformculardan ayıran nokta; Tanzimat Hareketi gibi sadece kanun ve yönetim alanında kalmayıp bütün hayatı içine alan bir değişiklik istemesiydi. Atamız memleketin siyasi yapısını değiştirmek, halkı uyandırıp onları Fransız İhtilali ile doğan ve Batı Avrupa'nın birçok ülkelerinde gelişen Milli Hakimiyet kavramına çekmek istiyor, yeni Türk devletini bu prensip üzerine bina etmeyi amaçlıyordu.
Atatürk milliyetçiliği, Atatürk'ün dünya görüşüne hakim olan akılcılık ve gerçekçiliğin bir ifadesidir. Bu noktada Mustafa Kemal'in kendi milliyetçilik anlayışının kavranmasında yarar vardır. Zira Atatürk'ün kastettiği milliyetçilik iyi anlaşılmadığı takdirde izlenecek yol, devleti ve milleti bölmeye varan toplumsal husumetlere sebebiyet verebilir.
Atatürk'ün birleştirici, bütünleştirici, toplayıcı, yüceltici, çağdaş ve medeni milliyetçilik anlayışı, bugün de, bağımsızlığımızı, milli beraberlik ve bütünlüğümüzü her türlü saldırıya karşı korumak, Atatürkçülüğe aykırı çeşitli totaliter ideolojiler karşısında ve başka milletlerle ilişkilerimizde doğru yolu bulmak için sağlam bir rehberdir. Bugün bunun dünya üzerinde örnekleri çoktur.
Atatürk, her zaman milliyetçi kişiliği ile ön planda olan bir liderdi.
Bize milliyetperver derler ama biz öyle milliyetperverlerdeniz ki bizimle işbirliği yapan tüm uluslara saygı gösterir, onları gözetiriz. Onların tüm milliyetçiliklerinin gereğini tanırız. Bizim milliyetperverliğimiz herhalde bencilce ve kibirli bir milliyetperverlik değildir ve özellikle biz İslam olduğumuz için bizim İslamiyet açısından ümmetçiliğimiz de vardır ki bu, milliyetperverliğin çizdiği sınırlı çemberi sonsuza doğru genişletir. (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c.l-s 91-92/97-98/1.8.1920, Doğu Cephesindeki hareketsizlikle ilgili soru önergesine verilen cevap.)
Salt "ırkçılık" üzerine kurulu milliyetçilik duygusu birçok toplumu felakete sürüklemiştir. Fakat bazı yabancı dillerden farklı olarak, Türkçemizde "milliyetçilik" sözcüğü daima olumlu bir anlam taşımıştır. Milliyetçi olmak, millet gerçeğine ve milleti oluşturan unsurlara gereken yüksek değeri vermektir. Çağımızın en büyük gerçeklerinden biri olan "millet" gerçeğini reddetmeye kalkışan, milli bilinci ve beraberliği yok edip onun yerine sadece sınıf bilincini ve sınıf kavgasını geçirmek isteyen, milliyetçiliğin asıl anlamını çarpıtıp, bu kelimeye aşırı ve ters anlamlar yüklemeye uğraşanlar vardır. Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı, milliyetçilikle taban tabana zıt olan komünizmle yan yana gelemeyeceği gibi, ırkçılıkla, totaliter faşizmle, şovenizmle, teokratik düzen savunuculuğuyla da bağdaşmaz. Atatürk'ün bizlere tarif ettiği milliyetçiliğin temeli Ziya Gökalp'e dek uzanan "Hars Milliyetçiliği" dir. Bunun için önce Ziya Gökalp'in Hars Milliyetçiliği'ni nasıl tanımladığına göz atmakta fayda vardır.
Türk Milliyetçiliğinin Uyanışı
Ziya Gökalp
Ziya Gökalp millet olarak yükselmenin yolunu kültür (hars) ve uygarlık ile mümkün görmüştür. Kendi milli kültürümüzü muhafaza etmek ve Batı uygarlığını da tam olarak almak kaydıyla bunun başarılabileceğini düşünmüştür. Kastedilen milli harsın (kültürün) ise halkta olduğunu söylemiştir. Gökalp, "Bugün gerçeklik alanında Türkiyecilik vardır" der ve hars milliyetçiliğini "ırkçılık" veya "kafatası milliyetçiliği"nden ayırır. Gökalp, "Türkiyeciliği" ön plana çıkarmış ve millet olarak geleceği hars milliyetçiliğinin kavranması ve özümsenmesinde görmüştür. </SPAN>
Tarih ve kültür birliğine dayanan insanların milli bir şuurla birleşmesinden hars milliyetçiliği doğar ve kastedilen bu anlayış (milliyetçilik), hiçbir şekilde ırk ya da etnik köken ayrımına dayanmaz. Ziya Gökalp'in miliyetçilik anlayışında kastedilen harsın bir milletin bünyesinde kendiliğinden, tabi olarak gelişmesi dikkat çeker. Gökalp'e göre harsı kuvvetli olan milletler, harsı bozulmuş olan milletlere karşı galip gelirler, Türklerin tarih boyunca galip gelmelerinin altında yatan ana sebep de budur. "Türkçülük, Türk Milleti'ni yükseltmek demektir" derken, kastettiği fikrin ırkçılıktan farkını Ziya Gökalp şöyle vurgular:
Atlarda şecere aramak lazımdır. Ancak insanlarda ırkın sosyal hasletlere tesiri olmadığı gibi, şecere aramak doğru değildir. Bunun aksi bir yol tutarsak, memleketimizdeki münevverlerin ve mücahitlerin birçoğunu feda etmek gerekir. Bu mümkün olmadığına göre "Türküm diyen her ferdi Türk tanımaktan, yalnız Türklüğe hıyaneti görülenler varsa cezalandırmaktan başka çare yoktur.
Fatih Sultan Mehmet
Ziya Gökalp Türk milliyetçiliği davasına gönül verdikten sonra, Türk'ün haslet ve meziyetlerine, köklü medeniyetlerine, cesur, hoşgörülü, dürüst karakterine, eski Türk toplumlarına ve kültürlerine dikkati çeken birbirinden önemli ve etkili incelemeler, şiirler yazmıştır. 1915 yılında, yazdığı "Millet" adlı şiirinde bu köklü duygularını şu şekilde ifade eder:
"Sorma bana oymağımı boyumu,
Beşbin yıldır millet gibi yaşarım..."
"Deme bana Oğuz, Kayı, Osmanlı, Türk'üm, bu ad her ünvandan üstündür..."
İşte Ziya Gökalp'in milliyetçiliği görüldüğü gibi ortak bir tarihe ve kültürel geçmişe sahip olan ve Türküm diyen her ferdi kucaklayan bir anlayış sergiler. Ama onun fikirlerinin başka bir önemli yönü de Atatürk ilkelerine çekirdek teşkil etmesidir. Büyük Önder'in bizlere gösterdiği milliyetçilik anlayışı da bu çizgidedir. Beşbin yıldır millet gibi yaşarım..."
"Deme bana Oğuz, Kayı, Osmanlı, Türk'üm, bu ad her ünvandan üstündür..."
Atatürk'ten önce "vatan" üzerine çok yazı yazılmış, fakat Türk unsurunun milli menfaatini üstün tutan, gerçek bir "anavatan" anlayışı bir türlü gelişememişti. Atatürk "Ne Mutlu Türk olana" değil, "Ne mutlu Türküm diyene" demiştir; yani ırk ya da etnik kökenin değil, Müslüman Türk kimliğinin ve karakterinin benimsenmesinin üzerinde durmuştur. Atatürk bir başka ifadesinde de şöyle der:
Genellikle incelemelerimize ve düşüncelerimize esas olarak kendi memleketimizi, kendi tarihimizi, kendi geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı almalıyız.
Ulusumuzun tarihini, ruhunu, geleneklerini doğru, sağlam ve dürüst bir bakışla değerlendirmek gerektiğini söyleyen Mustafa Kemal katı ve ırkçı bir milliyetçilik politikası yerine Türk Milleti'nin geçmişini ve milli harsını esas almıştır. Atatürk'e göre milletin en kısa tanımı şudur:Aynı harstan olan insanlardan oluşan topluma millet denir.
Nitekim ortak kültür, millet olma, milletin varlığını ve bütünlüğünü koruyup sürdürebilme açısından hayati önem taşır. Ortak bir vatanda, aynı devlete sadakatle bağlı yurttaşlar olarak birlikte yaşamış olmanın, ortak tarihin ve dilin, birlikte sevinip, birlikte acılara ve fedakarlıklara katlanmanın, ortak zaferlerin ve geleceğe dönük ortak ümitlerin, ortak milli ahlakın milletin oluşmasındaki rolünü hatırlatan Atatürk, bu faktörlerin "Bugünün medeni zihniyetinde, diğer her türlü şartların üstünde anlam taşıdığını" belirtmiştir. (Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazıları, A. Afet İnan, s. 23-24) Atatürk'ün öncülüğünü yaptığı çağdaş milliyetçilik akılcı ve gerçekçidir. Prof. Sadri Maksudi Arsal'ın deyişiyle; "Bugünkü milliyetçilik sosyolojik ve psikolojik esaslara dayanır; kan tahlili ile uğraşmaz, kafataslarının şekliyle ilgilenmez. Belli bir millete bağlılık hissi, bugünkü milliyetçiliğin esasıdır."
Atatürk'ün, "Hazinemiz, istiklal ve vatanperverliğin kıymetini takdir etmeyi öğrenmiş olan milletimizdir" derken benimsediği anlayış kavrandığında ise, bunu takdir edebilen ve içinde Türk Milleti'ne mensup olmanın haklı gurur ve heyecanını taşıyan etnik unsurların, etle-kemik gibi Türk Milleti'nin asli bir parçası olduğu fark edilir. Büyük Önder'in milliyetçilik anlayışını açıklayan bir başka sözü ise şöyledir:
Bizim hepimizin neden kardeş olduğumuzu ve bize Türk denildiğini herkese öğretmek, herkese açık, berrak ve sağlam bir millet ve milliyet bilincini inşa etmek ihtiyacındayız. Bilmeyenleri kınayamayız, bildirmek borcumuzdur, vazifemizdir.
Atatürk, Milli Mücadele'nin "miliyetçilik" ve "milli egemenlik" ilkelerinden kaynaklandığını ve güç aldığını da birçok konuşmasında bizzat belirtmiştir:Ben 1919 senesi Mayıs'ı içinde Samsun'a çıktığım gün elimde maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız Türk Milleti'nin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu milli kuvvete, bu Türk Milleti'ne güvenerek işe başladım. (Atatürkçülük, I. Kitap, Atatürk'ün Görüş ve Direktifleri, s.48)
Milli Mücadeleyi yapan doğrudan doğruya milletin kendisidir; milletin evlatlarıdır. Milli Mücadelede, şahsi hırs değil, milli izzet-i nefis gerçek saik olmuştur. (Atatürk'ten Düşünceler, Enver Ziya Karal, s172) Dolayısıyla bu vatanı seven, milli şuura sahip, Türk harsının doğal bir parçası olan ve kendisini Türk Milleti'nin bir ferdi addeden herkes, ırk ve etnik kimliğe bakmaksızın Atatürk milliyetçiliğini benimsemiş demektir. Türkiye'nin ve Türk Milleti'nin istikbali açısından dış güçler tarafından oluşması arzu edilen çekişmelere imkan tanımayarak, hazırlanan tuzağa düşmeyerek, Türk harsını ve Müslüman Türk kimliğini korumak en isabetli yol olacaktır.
Tesanüt, Milli Birlik ve Beraberlik Anlayışı
Atatürk'ün bizzat şahsi yaşantısını, mücadelelerini, konuşmalarını incelediğimizde bağımsızlık, milli iradeye güven ve millet iradesini hakim kılma arzusunun Atatürk'te aşk haline dönüşmüş olduğunu müşahede ederiz. Tüm iradelerin iflas ettiği anda da onun iradesini güçlü kılan bu aşktır. Çanakkale'de onu öne çıkaran, Trablusgarp ve Filistin'e gönderen, Samsun'a çıkaran hep bu aşktır. </SPAN>
Milli Birlik, Büyük Atatürk'ün ciddiyetle gözettiği ve bize miras bıraktığı en önemli esaslardan biridir, ve onun bu birlik ve beraberliği oluşturma hususundaki ilk temel ilkesi milliyetçiliktir. Atatürk'e göre; Türk Milleti din, kültür, ideal birliği ile birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu bir bütündür. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk Milleti'nin görevidir.
Mustafa Kemal Atatürk
(6 Haziran 1921)
(28 Mayıs, 1936)
Daha önce de belirttiğimiz gibi Atatürk milliyetçiliğinin yeryüzünde var olan diğer milliyetçilik akımlarından ayrılan en önemli özelliği çağdaşlık ve medeniyet yolunda ilerleme ve gelişme konusunda olduğu gibi, milletlerarası temaslarda da bütün milletlerle paralel olmasıdır. Türk Milleti diğer ülkelerle uyum sağlar, bütün milletleri ve insanlığı sever. Ancak Türk milliyetçiliği Türk Milleti'nin şeref ve çıkarlarına kastedilmesine ise asla izin vermez. Atatürk Türk milliyetçiliğini tanımlarken, özellikle milli karakter ve milli ideale önem vermiş, Türk Milleti'nin yüksek karakterini, çalışkanlığını, zekasını vurguladıktan sonra, milli birlik ve beraberlik içerisinde güçlükleri yenmeyi başardığını ifade etmiştir. Büyük Önder milli birlik duygusunu sürekli besleyerek geliştirmenin de, milli davamızın önemli bir unsuru olduğunu sıklıkla belirtmiştir.
Atatürk milli birlik ve beraberliğe dayanmayan hiçbir işin başarı getirmeyeceğine inanıyordu. Milli Mücadele yıllarında, İslam'dan aldığı tesanüt anlayışını tüm ulusa aşılamış, Türk insanını ortak bir şuur altında toplamıştır. Bu ruh sayesinde, içte ve dışta tam bağımsız, ekonomik gücü yüksek, milli iradeye dayanan, çağdaş, özgür ve şerefli Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmuş ve bugünlere gelmesine vesile olmuştur.
Atatürk'ün kurduğu ve genç kuşaklara emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasaları, milliyetçiliğe önemli bir yer vermiştir. 1924 Anayasası'na 1937 yılında yapılan ilaveler sırasında, milliyetçilik, diğer ilkelerle birlikte, devletin temel ilkelerinden biri olarak kabul edilmiştir. Cumhuriyet döneminin öteki anayasalarında da milliyetçilik, temel ilke olarak yer almıştır.
Tam anlamıyla inançlı bir milliyetçi olan Atatürk, fikir ve devlet adamı olarak, acı günler yaşayan Türk Milleti'ni yeniden güven duygusuna kavuşturmuş; Osmanlı Devleti'nin çöküş dönemlerinde halkta ve kimi aydın kesimde oluşan ümitsizlik ve güven eksikliğini yok edip, bütün millete Türk olmanın mutluluğunu ve gururunu yaşatmıştır. Öyle ki Milli Mücadele yıllarında tüm yabancı devlet adamları, diplomatlar ve dünya basını Mustafa Kemal önderliğindeki hükümetten kısaca "Milliyetçiler" diye söz eder olmuşlardı.
Atatürk'ün milli birlik ve beraberlik anlayışı, aynı amaç ve aynı kültür çevresinde toplanmış insanların birbirlerine kenetlenmesini gerektirir. Kuran-ı Kerim'in pek çok ayetinde de Müslümanların kendi aralarında birlik olmaları söylenir, birlik anlayışında yardım, bereket ve kudsiyetin olduğu ifade edilir.
Milli birlik beraberlik anlayışını, işte Kuran-ı Kerim'de tarif edilen bu inancından alan Türk Milleti, bu manevi gücün tesiriyle başarılar kazanarak tarihe adını yazdırmıştır. Atatürk, "Sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir milletiz" ifadesiyle de birlik olmanın önemini vurgulamıştır.
Şüphesiz ülke olarak sorunlarımızın çözümü, hiçbir bölücü ve ayırıcı unsura izin vermeden ortak ülkü, inanç, irade ile seferber olmak ve bu uğurda hiçbir fedakarlıktan kaçınmamaktır. Yani Atatürk'ün söylediği gibi;
Vatanın dahili ve harici herhangi bir tehlikeden en az fedakarlıkla, en kısa zamanda kurtulması için yegane çare, herhangi bir seferberlik davetine her vatandaşın derhal, bir an kaybetmeksizin icabet etmesidir.
Atatürk, Türk Milleti'nin bu inanç, ülkü ve davasının temelini İslam ahlakından aldığını belirterek; fertler arası samimiyet, kardeşlik, iman ve işbirliği ile mücadelelerin kazanıldığını söylemiştir. 1923 yılında; "Bir memleketin başarısı mutlaka bütün milli güçlerin bir istikamette oluşması ile mümkündür. Bu nedenle bilelim ki, elde ettiğimiz başarı, milletin güçbirliği etmesi ve ortak hareket etmesinden ileri gelmiştir, Aynı başarı ve zaferleri gelecekte de tekrarlamak istiyorsak, aynı esasa dayanarak ve aynı şekilde yürüyelim" diyerek konunun ehemmiyetine dikkat çekmiştir. Ulu Önder, milli birlik ve beraberliğin sağlanmasında Milli Eğitimin öneminin büyük olduğunu söyleyerek bunun gerekliliği üzerinde de hassasiyetle durmuştur:
Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğrenimin sınırı ne olursa olsun, ilk önce ve herşeyden önce Türkiye'nin bağımsızlığına, kendi benliğine, milli geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir.
Dünyada, uluslararası duruma göre böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevi unsurlara sahip olmayan kişiler ve bu nitelikte kişilerden oluşan toplumlara hayat ve bağımsızlık yoktur. Çocuklarımızı aynı eğitim derecesinden geçirerek yetiştireceğiz. Kesinlikle bilmeliyiz ki iki parça halinde yaşayan milletler zayıftır, hastadır. Çocuklarımıza vereceğimiz öğrenim sınırı ne olursa olsun onlara esas olarak şunları öğreteceğiz; Milletine, Türkiye Devletine, TBMM'ne, düşman olanlarla mücadele; bu mücadelenin sebep ve vasıtaları ile donatılmayan millet için yaşama hakkı yoktur. (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt 2, 1952, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları)
Atatürk'e Göre Milliyetçilik Milli Kültürle Gelişir
Milli kültür, bir devleti ayakta tutan unsurların en önemlisidir. Çünkü milli kültür oluştuğunda ortaya bir millet çıkar. Millet ise, mutlaka ve mutlaka bir devlet oluşturur. </SPAN>
Eğer bir devletin halkı, milli kültürünü yitirmişse, yani bir millet olmaktan çıkmışsa, o devlet kısa süre içinde mutlaka yıkılır. Bu, kaçınılmaz bir sondur. O devletin askeri ya da ekonomik gücü ayakta kalmak için yeterli olmaz. Buna karşın, eğer bir halk, milli kültüre sahipse, millet olduğunun bilincindeyse, ekonomik ve siyasi yönden zayıf da olsa, bir süre sonra bu zayıflığı aşar ve kendisi için bir devlet inşa eder.
Irak, milli kültüre sahip olmayan ve bu nedenle de parçalanan ülkelere iyi bir örnektir. Irak, bilindiği gibi, I. Dünya Savaşı'nın ardından Osmanlı'nın yıkılmasının bir sonucu olarak İngiltere ve Fransa arasındaki gizli Skyes-Picot anlaşmasının sonucunda kurulmuştu. Ama ortada bir "Irak Milleti" ve doğal olarak da "Irak Milli Kültürü" yoktu, hiçbir zaman da oluşmadı. Bu nedenle de Irak, Körfez Savaşı'nın doğurduğu siyasi istikrarsızlığın sonucunda bir anda parçalanma sürecine girdi.
Irak örneğine karşılık, öteki uçta Almanya ve Japonya'yı gösterebiliriz. Bilindiği gibi, her iki ulus da güçlü bir milli kültüre sahiptir. II. Dünya Savaşı'ndan enkaz halinde çıkan bu ülkeler, milli kültürlerinin gücü sayesinde kısa sürede toparlanarak ciddi birer dünya gücü haline gelmişlerdir.
Bu örnekler ortaya açık bir gerçek çıkarmaktadır: Devletin bekası, milli bilincin, milli kültürün gücüne bağlıdır. Bir devlet çok büyük saldırılarla da karşı karşıya kalsa, halkının sahip olduğu milli kültür onu yaşatır. Hatta o devlet belki yıkılır, ama o millet, yerine yenilerini kurar.
Türk milliyetçiliğini anlam ve içerik açısından en iyi şekilde kavrayan ve Ziya Gökalp'lerden günümüze kadar taşıyan Büyük Önder Atatürk'e göre "Millet, aynı kültürden insanların oluşturduğu toplumdur". Kısaca "ortak kültür" millet olmanın temel unsurudur.
Asırlardan beri kendi öz kültüründen bilinçli bir şekilde uzak tutulmaya çalışılmış, kökleriyle tüm bağları kopma noktasına getirilmiş Türk halkının, bu bağlarını sağlamlaştırmak sanıldığı kadar kolay olmayacaktı. Kendi kültürünün bile bilincinde olmayan halka ilk önce 600 yıllık şanlı geçmişi anlatılmalı, bu şanlı millete ait olmanın coşkusu halkın kalbinde uyandırılmalı ve bu bilinci ayakta tutma isteği oluşturulmalıydı.
Milletini çok iyi tanıyan ve daha gençlik yıllarından itibaren milliyetçilik aşkıyla yaşayan Atatürk, bunun için neler yapması gerektiğini çok iyi biliyordu. İlk önce tarih konusuna eğilmeli, "dil"le ilgili çözümler üretmeli ve halkın güzel sanatlara olan ilgisini açığa çıkartmalıydı. Ve hemen işe koyuldu...
Dil ve Tarih Faktörünün Önemi
Cumhuriyetçilik, Halkçılık ve Devletçilikle beslenen Atatürk milliyetçiliği, hiç kuşkusuz çağdaşlaşma yolunda atılan en önemli adımdır. Atatürk liderliğinde kazanılan İstiklal Savaşı'nın başlıca dayanağı Türk milliyetçiliğidir. Zaferden sonra yürürlüğe sokulan Türk inkılabının amacı da; Türk Milleti'ni tümü ile çağdaş yapmaktır. Atatürkçü yaklaşımda millet olma duygusunun güçlendirilmesi ile çağdaşlaşma birbirini tamamlamaktadır. Atatürk bir yandan Türk Milleti'ni çağdaş yapmak, diğer yandan tarih ve dil çalışmaları ile Türk kültürünün milli temellerini geliştirmek istemiştir.
Ona göre tarihçiliğimizdeki bu eksiklik Türk milliyetçiliğinin uyanışındaki gecikmenin sonucu idi. Dünya milletleri Osmanlı ülke ve devletinden "Türkiye", "Türk İmparatorluğu" diye bahsederken, bizde "Türk" sözü dile bile alınmıyordu. İlk defa Batılı Türkologların, Orta Asya'da başlayan Türk tarihine dikkati çeken eserler yayınlamaları, Türk tarihine karşı ilgiyi uyandırmış ve böylece Türk tarihçileri Türk Milleti'nin tarihine yer vermeye başlamışlardır.