Neler yeni

Welcome to SATBİL FORUM PAYLAŞIM

Join us now to get access to all our features. Once registered and logged in, you will be able to create topics, post replies to existing threads, give reputation to your fellow members, get your own private messenger, and so, so much more. It's also quick and totally free, so what are you waiting for?

Bir Satbil Forum Efsanesi

Satbil Reklam Alanı

Satbil Forum Reklam

canakkale destani ( iciniz urperecek )

F

fiesta73

Guest
aapqj5h89fa.jpg

jlzstyqb0or.jpg

eo8p7dc57tm.jpg

c999ycgb7yc.jpg

54r28irr1ds.jpg


SEHITLERIMIZE DUALARINIZI ESIRGEMEYIN
 
F

fa77

Guest
valla abi tüylerim diken diken oldu hele birde yarın akşam allah nasip ederse çanakkaleye gidiyorum hepinizin adına şehitlerimize dua ederim inşallah
sevgiler.....
 

Turkiye-Sevd@lisi

New member
Local time
08:27
Katılım
6 Nisan 2007
Mesajlar
3,175
Tepkime puanı
25
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ezanlarin Yukseldigi Minarelerden,Ay Yildizin Golg
Tesekkurler bende bir siir ekleyeyim
Çanakkale destanı


Yıl 1915
18'indeyiz Martın.
Kendine gel biraz!
Pek tekin değildi Çanakkale'nin suyu,
Geçilmez bu boğaz...
Geçilmez bu boğaz...
Bizi
Ne topun yıldırır,
Ne kurşunun.
Çünkü artık
Başladı cengimiz.
Er meydanında bulunmaz dengimiz...
Sen misin Mustafa Kemal'im ileri diyen?
İşte fırladık siperden.
Sırtına yüklenmiş kahraman
Seyit 276 kiloluk mermiyi,
Koşuyor bataryasına ateşler içinden.
Bu mermi denizlere gömecek Elizabet'i Buvet'i...
Yanıyor bugün Anafartalar yanıyor,
Denizler yanıyor,
Dağlar yanıyor.
Zafer bizimdir artık
Düşman zırhlıları batıyor...
Türk'üm,
Muzaffer olarak doğmuşuz bir kere.
Bir karış toprak uğruna Kimimiz şehit oluruz.
Kimimiz gazi.
Hiç değişmez bu yazı.
Dünyada her yer geçilir belki
Lâkin geçilmez Çanakkale Boğazı..

Fahri ERSAVAŞ
 
Son düzenleme:

Turkiye-Sevd@lisi

New member
Local time
08:27
Katılım
6 Nisan 2007
Mesajlar
3,175
Tepkime puanı
25
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ezanlarin Yukseldigi Minarelerden,Ay Yildizin Golg
Çanakkale dile gelse


Çanakkale dile gelse​


14 Mart 2008 Cuma





369850_2.gif
HAZIRLAYANLAR: İsmail YAĞCI
Galip BİLECEN
(İrfan ÖZFATURA’nın kaleminden)
BÖLÜM 1

[SIZE=+0]SUYUN ÖTE YAKASINDA... [/SIZE]
Çanakkale Osmanlı’nın Rumeli’ye çıktığı ilk nokta. Ordularımız Viyana önlerine kadar bu coğrafyadan yayıldı, İstanbul’un Avrupa ile irtibatını burada koparttılar. Bu yüzden olacak düşman olanca gücüyle yüklendi Boğaz’a.

Gazi Süleyman Paşa, Bolayır’da sade sevimli bir türbede yatıyor.
Türkün Rumeli’deki ikinci durağı Gelibolu. Bahriyemizi bağrına basmıştı zamanında...

[SIZE=+0]SUNUM [/SIZE]
Gazeteciliğin tatsız işleri vardır. Efendim filanca firma yıl sonu rakamlarını açıklayacak, İrfan bi zahmet sen git bak...
Hayda!
Saygıdeğer bayilerimiz, değerli konuklar! Basınımızın çok güzide mensupları... Geçen yıl bunları bunları gerçekleştirdik, bu yıl şunlar şunlar yapılacak...
Grafikler, bilançolar, kuru kuru rakamlar... Gel de çatlama.
Nuh Bey çağırdığında yine buna benzer bir işle karşı karşıya kaldığımı sanmış ve sıkkın bıkkın kapısını çalmıştım. “İsmail Yağcı hocamızla Çanakkale’ye gidiyorsun” deyince nasıl hafifledim anlatamam.
Bilirsiniz 18 Mart haberleri genelde şablon şeklinde işlenir. Cumhurbaşkanı ve Başvekilin konuşması, Muhalefet liderleri, Kuzey Deniz Saha Komutanlığındaki merasim, Belediye Başkanı, Çanakkale Valisi... KKTC ve Türki Cumhuriyetlerden gelen mesajlar, yabancı misyon şefleri...
Ortaya karışık bir resim, genelde anıt’ın alttan çekilmiş fotoğrafı, biraz Bouvet, biraz Nusret, yer kalırsa Churchill, Hamilton filan!
Dokuz sütuna manşet “Geçemediler geçemeyecekler!” Bir de patlak içinde “Dur Yolcu!” şiirini verdin mi tamam.
Daha farklı olabilir mi? Herhalde yani, bizden de onu istiyorlar.
İsmail Hoca derin tarih bilgisinin yanı sıra, tekaüd bir asker aynı zamanda... Hani muharebenin yapıldığı sahayı bir subayla gezmek herkese nasip olmaz.
Fotoğraf makinesini, kamerayı heyecanla çantalıyorum, sehpa, kaset bataryalar....
Albayım sabahın seherinde hazır, bizzat arabasıyla geliyorlar. Arka koltuk çakılı malzeme dolu: Dosyalar, haritalar...
Yanında bir emekli asker daha... Tanıştırıyor: “Bahriye Yüzbaşı Galip Bilecen, kendileri tam 8 yıl Çanakkale’de vazife yaptılar!”
Ooo deniz tarafını da hallettik, kaymak üstüne bal!
İsmail Albayım ömrünün yarısını Trakya’daki birliklerde geçirmiş, havaliyi avucunun içi gibi biliyor. Nerede ne yenir, nereden ne alınır, git ona sor. Henüz Devebağırtan Rampası’ndan Büyükçekmece’ye sallanırken muhabbet başlıyor:
- Hiç unutmam 1967 yılıydı galiba, işte tam şuralarda...
Hiç heveslenmeyin bu maceraları size de aktarmayacağım, mevzu kayacak yoksa... İ.Ö

Galip Yüzbaşı (İsmail Hoca onu yüzbaşılık yıllarından tanıdığı için öyle hitap ediyor) bizi önce Bolayır’a yönlendiriyor.
Bolayır şirince bir köy irisi, hani şimdi belde filan diyorlar. Tam ortasında bakımlı bir park. İçinde heybetiyle düğme ilikleten bir türbe.
İsmail Hocam fatihasını okuyup elini yüzüne sürüyor ve giriyor konuya... (Artık ben kenara çekilsem iyi olacak...)
Biliyor musunuz, şuracıkta yatan Süleyman Gazi, Sultan oğludur, ama er gibi yaşar. 80 sadık adamı ile gazadan gazaya koşar. Bakın bu coğrafyada at koşturanlar uyanık olmalıdırlar. Zira tekfurlar dönektir, krallar hilekâr. Mücahidimiz cenk mektebinde pişer. Tehlikeyi sezer, zaferi koklar. Çanakkale havalisini hallaç gibi atar. Sıcak bir yaz günü gözü suların ötesine dalar ve bizim Rumeli maceramız o gün başlar.
Boğaz sınırdır oysa, hududu aşanlar ölümle cezalandırılırlar. Sözde bir ceza tabii, aylar vardır ki infaz minfaz yapılmaz. Muhafızlar iş olsun kabilinden esneye, gerine nöbet tutar, yeknesaklıktan sıkılırlar.
Ama o gece... Hani böcek cırıltılarının, martı çığlıklarına karıştığı, dolunayın sularda yıkandığı billur gece karşı sahilde gölgeler oynar. Şişirilmiş öküz işkembelerinin üzerine oturtulan basit sallar Rumeli’ye doğru akar. 80 yiğit sessizce sahile çıkar. Bunlar hem becerikli, hem de gözü karadırlar. Nitekim kayıkçılardan birini yakalar, konuştururlar. Kayıkçı düşer önlerine, onları gizli geçitlerden Hisar’a sokar.
Çimni kalesi sessiz sedasız ele geçer. Süleyman Paşa Bizans’ın gemilerini yine Bizanslı gemicilere kullandırır. Gece boyu asker taşırlar.
Gün ağardığında burçlarda 3 bin mücahid vardır ve...
Ve üç zarif hilâl.

KIZIL ELMAYA HEYY!
Şimdi sıra Gelibolu’dadır. Ancak bu kale öyle üç beş bin kişiyle zapt edilesi değildir. Ama bakın Allahü teâlânın işine ki kuzey Marmara fay hattının hareketleneceği tutar. Bu zelzelenin merkez üssü, şiddeti, süresi, tetiklemesi, ölü sayısı nedir bilemiyoruz. Ancak Gelibolu surları yıkılır, tekfur anahtarı elceğizi ile getirir, önlerine koyar.
O günlerde Orta Avrupa halkları Kutsal Roma Cermen İmparatoru kim olsun diye kafa yorar. Balkanlar zaten bölük pörçüktür, İtalyanlar sanat tarzları üzerine sert tartışmalar yaparlar. Hasılı milletin işi başından aşkındır, Küçük Asya’dan sızan bir avuç muharibi kimse umursamaz.
Halbuki Asya bozkırlarından gelen cengaverlerden çok çekmişlerdir zamanında . Ne yazık ki İtalya ve Fransa içlerine kadar giren Hunlar yerleşik hayata geçince savaşçı karakterlerini kaybeder, çevreye uyarlar. Lâkin Osmanlıların erimeye niyeti yoktur. Zira kuru bir cihangir değil, şuurlu birer tebliğcidirler, bu yolda ölümü şeref sayarlar. Hunlar’ı, Kumanlar’ı, Peçenekler’i kendine benzeten Avrupa başına geleceklerden habersizdir, şimdilik rahattırlar.
Sadece Haçlı seferlerine katılanlar tedirgindir biraz. Müslüman Türkleri Suriye’den tanır, ecdadın ansızın kopan ve hızla çoğalan akınlarını hatırladıkça telaşlanırlar.
Osmanlının acelesi yoktur, ne yaptığını bilerek ilerler, yere sağlam basar.

DEVŞİRME PİYADELER
Türkler oldum olası yaya olarak savaşmayı sevmezler. Yürüyerek dövüşen bir cengaver! Böyle bir şeyi (nedense) komik bulur, şeref anlayışlarına yakıştıramazlar. Halbuki düzenli ordularda piyadeye de ihtiyaç vardır. Büyük alim Çandarlı Halil bu meseleye pratik bir çözüm bulur. Hıristiyan esirleri derler toparlar. Onlara önce İslâm’ı öğretir, talim ve terbiyeye hazırlar. Zikrolunan ordu Hacı Bektaş-ı Veli’nin feyziyle ruh kazanır, nice destana imza atar.
İşte Orhan Gazi, Rumeli’de bu “yeni çerilerin” desteği ile ilerler. Bir anda Çorlu ve Lüleburgaz ele geçer. Derken Edirne ve Filibe’ye sancağı diker, İstanbul’un Avrupa ile irtibatını koparırlar.
Orhan Gazi İznik’i alınca ahaliye çok müşfik davranır. Hatta dul Rum kadınlarıyla evlenmeyi kabul eden Osmanlı askerlerini muhafız olarak ayırır, kalede bırakır. Fukaraya dinine, diline, mezhebine, meşrebine bakmadan sahip çıkar. İşte bu asil tavır Rumeli’de yankı yapar.
Osmanlılar yayılma hususunda her fırsatı değerlendirir. Misal Mareşal Roger Venedikliler’e karşı destek isteyince “elbette” der, karşılığında “Theb Şehrini” alırlar.
Muhalifler de iktidar hırsıyla Türklerden yardım dilenirler ki Osmanlılar böyle böyle yolları, hisarları öğrenir, Dubrovnik’e kadar ulaşırlar.
Kumanlar, Peçenekler ve Avarlar gelişmelerden memnundurlar. Bulgarlar ayağımıza dolanmazlar. Ancak Sırplar savaşçıdırlar ve Türkleri Asya steplerine süreceklerini sanırlar.
Doğrusunu isterseniz herkes Süleyman Gazi’nin padişah olmasını bekler. Ancak tekerlenen atından düşer ve genç yaşta hayata gözlerini yumar.
Ecel işte, onca gazadan yarasız beresiz çıkan Gazimiz, düz yolda giderken (1357) kavuşur Rahmet-i Rahman’a (Celle Celalüh)
Lâkin cihad arkadaşları Hayrettin paşa, Gazi Evranos ve Lâlâ Şahin işi yarım bırakmaz, Makedonya’yı boydan boya fetheder, sancağı yüksekte tutarlar.

 

lececafe

Co Admin
Local time
16:27
Katılım
23 Aralık 2005
Mesajlar
5,461
Tepkime puanı
10
Puanları
0
Yaş
48
teşekkürler paylaşımın için
 

Turkiye-Sevd@lisi

New member
Local time
08:27
Katılım
6 Nisan 2007
Mesajlar
3,175
Tepkime puanı
25
Puanları
0
Yaş
45
Konum
Ezanlarin Yukseldigi Minarelerden,Ay Yildizin Golg
Başımızı yakan savaş gemileri


15 Mart 2008 Cumartesi





369952_2.gif
HAZIRLAYANLAR:
İsmail YAĞCI
Galip BİLECEN
(İrfan ÖZFATURA’nın kaleminden)
[SIZE=+0]BÖLÜM 2 [/SIZE]

[SIZE=+0]ZARİF HİSAR [/SIZE]
7 katlı kulesi ile dikkat çeken Kilitbahir muhteşem bir kale, ecdad onu sadece 60 günde yapar, bayrağı asar.

[SIZE=+0]GEL DE ŞAŞMA [/SIZE]
Boğaz ortasında kumdan bir yol... Rivayetlere göre genç bir mücahit, sallara yetişmek için kum serpe serpe yürür ve...

[SIZE=+0]CANLI TARİH (İDİ)[/SIZE]
Altında salların çakıldığı anıt ağaç devasa bir şeydir, düşünün gölgesinde Rumeliye geçen gazileri ağırlar. Ancak bir yıl evvel yıldırım düşer, dalı gövdesi yanar.

[SIZE=+0]YAKUP BEY’İN HATIRASI [/SIZE]
Çardak’ta nereye baksanız Gazi Yakup Beyin Eserleri ile karşılaşıyorsunuz, ünlü komutan burada şirin bir kasaba kurar.
[SIZE=+0]Verilmeyen iki gemi Veriliveren iki gemi [/SIZE]

Gelibolu’da Ahmed ve Muhammed Bican hazretlerinin nurlu kabirlerini ziyaret ediyoruz. Bir zamanlar Piri Reis’i ağırlayan bu mamur kasaba Boğaza pek yakışıyor. Sanki Eceabat’la birlikte şehir merkezine nazire yapıyorlar. Tersanesi, iç havuzları, tarihî camileri, mevlevihanesi namazgahı yerli yerinde. Ancak 70 kuleli kaleden sadece bir burç kalmış o kadar...
Galip Yüzbaşım bizi Çardak vapuruna bindiriyor. Neden Çardak? Çünkü Süleyman Paşa Rumeli’ye buradan (Salbaş mevkiinden) geçiyor.
Gölgesinde salları çakıp bağladıkları anıt ağaca geçen yıl yıldırım düşmüş, dalı gövdesi yanmış, bir tek kökü kalmış.
Çardaklılar bize Kızılca isimli bir mücahidin hikayesini anlatıyorlar. Efendim Kızılca yüzünde kıl çıkmamış bir çocukmuş o yıllarda. Salların bağlandığı gün zikr olunan meşelikte koşturup duruyor, yorgunluk bu ya gazilerin yola çıktıkları demlerde derin bir uykuya dalıyor. Zaten vazife tehlikeli, onu uyandırmaya kıyamıyorlar. Gel gelelim nur yüzlü bir zat rüyasına girip ikaz ediyor: “Kalk Kızılca gidiyorlar!”
Kalkıyor. Ne görse beğenirsiniz? Sallar denize açılmış, yol alıyor. Niye öyle yapıyor, kendi de bilemiyor, kucağına kum doldurup serpmeye başlıyor. Kumun düştüğü yerler şerit gibi yol oluyor, adeta denizi ikiye ayırıyor. Gaziler bakıyor bizimki ateş gibi geliyor, duruyorlar. Genç mücahid eteğinde kalan son kumları da bırakıp (ki şimdi orada da şirin bir ada var) sala atlıyor.

GAZİ YAKUP BEY
Bahsi geçen adayı ve denizin içinde uzayıp giden yolu görmenizi isterdim, Çanakkale Boğazı gibi akıntılı bir suda, kumdan bir yol... Deyin ki mendireği andırıyor.
Çardaklılar bu kumun farklı ve şifalı olduğuna inanıyorlar.
Fatih ecdadının suya sal saldığı noktayı bir başka tutuyor. En gözde paşalarından Gazi Yakup Bey’i (ki bir aralar Kaptanı deryalık da yapar) havaliye yolluyor. Yakup Bey bu kuytu köşede şirin Çardak’ı kuruyor. Önce deniz ve kara yolcuları için mükemmel bir han inşa ettiriyor. Sonra hamamıyla, imaretiyle, medresesiyle, sübyan mektebiyle tam tekmil bir külliye için kolları sıvıyor.
Galip Yüzbaşı bir zamanlar Çardak da komutanlık yapmış. Gazi Yakup Beyle aralarında sanki bir ünsiyet peydahlanmış, onu anlatırken heyecanlanıyor, ayan beyan sesi titriyor.
Elinde kitabe dökümleri, fermanlar, mektuplar... Eğer ona kalsa Gazi Yakup Bey tek başına dizi olmalı!
Yani o kadar...
Fatih Sultan Muhammed, Çanakkale’yi İstanbul’un kapısı olarak görür. Boğazı tahkim eder, eldeki kalelere ilaveten Kilitbahir ve Çimenlik Kalelerini de yaptırır.
Bunlar karşılıklıdırlar, iki taraftan atılan gülleler ortada buluşurlar.
Biliyorsunuz ecdad koca Rumeli Hisarı’nı 2,5 ayda tamamlar, bunların inşası iki ay bile tutmaz. Bozcaada Hisarını da onartır, savunmayı tesadüfe bırakmazlar. Yeryüzünde kale sayısı üçü beşi geçen sayılı şehir vardır, gel gelelim Çanakkale tam 20 kale ile donatılır. Belki de bu yüzden içinde kale olan bir ad koyarlar ona...
İlerleyen yıllarda 3. Selim Bigalıyı, 2. Mahmud Seddülbahir’i, 3. Ahmed Han ise Babakale’yi yaptırır, halkayı tamamlar.
Gelibolu, Çimpe, Gökçeada, Çığrıdağı, Sapan, Asartepe, Behramkale ve Nara zaten antik yapılardır, bunları elden geçirip kullanırlar.

ALMA MAZLUMUN AHINI...
Malum, Abdülaziz Han donanmayı zinde tutar, Haliç’te batılı standartlarda ve % 100 yerli gemiler yapılır. Ancak ittihatçıların çıkardığı huzursuzluk bir çok müesseseyi vurur, tersane tersanelikten, donanma donanmalıktan çıkar. Kaldı ki teknoloji değişir, Bahriye Nezareti şiddetle yeni gemilere ihtiyaç duyar.
Nitekim İngiltere’ye iki dretnot sipariş eder, parasını fukara Anadolu halkından toplarlar. Büyük bir heyecandır bu, bayram yerlerine bile kumbaralar konur, çocuklar güle oynaya harçlıklarını atar.
Neyse istenen meblağ (4 milyon sterlin) tedarik edilir, heyetimiz gider hesabı kapar. Gövdeye gemilerin ismi bile (Sultan Osman ve Reşadiye) yazılır. Ertesi gün bayrak çekip Newcastle’dan yola çıkacaktırlar. Süvari Rauf Bey ihtiyaçları tedarikler demir almak için hiçbir mani kalmaz.
Ancak İngilizler ansızın cayar, paramızın da üstüne yatarlar. Zikr olunan zırhlılara bilahare “Agincourt” ve “Erin” adını verir, yeni bir müşteri ararlar.
Böyle bir şey olabilir mi? Oluyor işte. Adam hırsız ağam, Hindistan’daki gariplerin ekmeğini çalan, bundan mı utanacak?
Aldıkları “ah”lardan olacak, bu dretnotların hayrını görmezler, başları arızadan kurtulmaz. Zırhlıların adı uğursuza çıkar, kime teklif ettilerse almaz. Bakın şu işe ki yepyeni tekneleri sökmek zorunda kalırlar.
Öyle ya da böyle bu sahtekarlık bize çok koyar, işte tam da o günlerde Almanlar kara kaşımızın kara gözümüzün hatırı için (!) Göben ve Breslav’ı (Yavuz ve Midilli) bağışlarlar.
Halbuki bunlar sabıkalıdırlar, Akdeniz’de sayısız liman basmış, hayli gemi batırmıştırlar. Peşinde İngiliz Kruvazörleri vardır ki artık kuş olsa kaçamazlar. Sıkışınca Çanakkale boğazından girer Osmanlıya sığınırlar.

SARI KAFAYA GÜVEZ FES
İttihatçılar biz bu gemileri 80 milyon marka satın aldık der, Alman gemicilerine fes cepken giydirince alemi kandıracaklarını sanırlar.
Göben ve Breslav öyle can yakmıştır ki İngilizler “bunları bize teslim edin, Mısır’da hükümranlığınızı tanıyalım” demeye başlar. Düşünülmesi gereken bir tekliftir ama Enver Paşa kulak asmaz. Şu gaflete bakın ki iki canavar ikmalini yapıp Karadeniz’e çıkar, gider bizim bayrağımız altında Rus Limanlarını bombalar.
Bahriye Nazırı Cemal Paşa haberi Serki Doryan kulübünde briç oynarken duyar. Pes yani adamdaki alakaya bak! Ruslar özür de değil, sadece bir açıklama isterler ama lütuf buyrulmaz. Teammüden (bilerek ve isteyerek) başımıza gaile açarlar. Eh, felaket dediğin pat diye gelmiyor ki, elbette birilerinin vebali var.
Hasılı 600 yıl süren muhteşem imparatorluğun boynuna ilmeği “parasını verip alamadığımız iki gemi” ile “parasını vermeden aldığımız iki gemi” takar. Aralık 1914’de Boğaz’dan sızan İngiliz denizaltısı ise sandalyeye tekme atar.
Sözü Galip Yüzbaşı alıyor: Efendim bu denizaltı (B-11) sıradan bir parçaydı ama Limanda bağlı duran koca Mesudiye zırhlısını batırmayı başardı. Dahası Marmara’ya çıktı, bir çok hayati tesisi bombaladı.
Churchill nasıl sevinir anlatılamaz, bir zamanlar ürke korka savunduğu harekatı artık açıkça dayatır, el ovuşturup sabırsızlanmaya başlar. “İnanınız bana” der, “Türklerin gırtlağı Boğazlardır. Onu demir bir elle sıkmak yeterli olacak. Göreceksiniz o köhne imparatorluğun cansız bedeni kucağımıza yıkılacak!”

BÜYÜK KONUŞURLAR
İan Hamilton da iri iri konuşur, nutuk üstüne nutuk atar: “Çanakkale’ye dayanınca göreceksiniz” der, “Türkler çaldığımız havaya ayak uydurup oynayacaklar. Savaş gemilerimiz Marmara’ya girince İstanbul ya teslim olacak, ya da isyan çıkacak. Tepelerine bombalar indiğinde o köhne evlerde oturanların ne yapacaklarını düşündünüz mü hiç? Hele uygun bir rüzgar eserse, günah yuvaları kıvrılan alev sütunları arasında kalacak, Sodom ve Gomore gibi helak olacaklar.”
Ona göre bir taşla iki kuş vurulacak, İstanbul’u düşürerek Kudüs’ü de kurtaracaktırlar.


 
shape1
shape2
shape3
shape4
shape7
shape8
Üst