Sözlükte "idare etmek, düzenlemek, yaklaşmak, işini üzerine almak, yardım etmek, sevmek, salâhiyet" gibi anlamlara gelen velâyet, dinî bir kavram olarak, velîlik, ermişlik, Allah dostu olmak, dostluk, sadakat, başkası üzerinde söz ve tasarruf hakkı manalarını ifade etmektedir.
Fıkıh alanında velâyet, başkası üzerindeki tasarruf ve söz hakkını ifade etmekte olup, başkaları adına onların rızaları aranmaksızın hukukî işlemde bulunma yetkisi anlamına gelmektedir. Bu yetkiye sahip kimseye velî denir. Bu manada velâyet genel olarak velâyet-i âmme ve velâyet-i hâssa olarak ikiye ayrılır. Ayrıca bu iki kısımdan biri içerisinde olmakla birlikte, yetki alanına veya konusuna göre de velâyet çeşitli isimler almıştır. Meselâ, velâyet-i cerâim, velâyet-i kazâ, velâyet-i kısas, velâyet-i nikâh, velâyet-i zatiyye bunlardandır.
Velâyet-i âmme; umum mallara ve fertlere şamil olan velâyettir. Devlet başkanı, onu temsil eden, onun adına iş gören vali, hâkim gibi genel olarak velâyet hakkına sahip kişilerdir. Velâyet-i hâssa ise, kâsır olan kişinin mâlî ve şahsî işlerini yürütmek üzere, kanunla veya mahkeme kararıyla tayin edilen velînin velâyet hakkını ifade eder. Babanın, dedenin, amcanın velâyeti böyledir. Velâyet-i hâssa, velâyet-i icbâr ve velâyet-i ihtiyar olmak üzere ikiye ayrılır. Velâyet-i icbâr, velâyeti altında bulunan kimsenin rızasını almadan hakkında tasarrufta bulunma yetkisini, velâyet-i ihtiyâr ise, zorlayıcı olmayan, velâyeti altında bulunan kimsenin rızasıyla onun hakkında tasarrufta bulunabilme yetkisini ifade etmektedir.
Vesâyet sadece malî tasarruflarda söz konusu iken, velâyet kâsırın, yani çocuk, deli, bunak ve diğer mahcûr kişilerin mallarında ve şahsî işlerinde tasarruf yetkisine sahip olmaktır. Velâyette öncelik hakkı babaya aittir. Bundan sonra babanın belirlemiş olduğu vasî gelir. Daha sonra sırasıyla dede, dedenin belirlediği vasî, hâkim, hâkimin atamış olduğu vâsi gelir. (İ.P.)
Tasavvufta velâyet ise, Hakk'ın kulunu, kulun da Mevlâsını dost edinmesi, Allah ile kulu arasındaki karşılıklı sevgi ve dostluk; Allah'ın kulun, kulun da Allah'ın velisi (vekili) olması demektir. Kur'ân'da, Allah'ın müminlerin velisi (dostu), takvâ sahibi müminlerin de Allah'ın velisi olduğu belirtilmektedir (Bakara, 2/227; Enfâl, 8/34). Allah'ın kulunu dost edinmesi, kulun tüm işlerini yönetmesi, kulun Allah'ı dost edinmesi ise yalnız O'na kulluk etmesi ve boyun eğmesidir. Bir âyette Allah'ın dostlarına korku olmadığı ve onların üzülmeyecekleri bildirilmiştir (Yûnus, 10/62). Hemen peşinden gelen âyette ise Allah dostlarının nitelikleri sıralanmıştır. Bunlar inanmak ve takva sahibi olmaktır (Yûnus, 10/63).
Mutasavvıflara göre dört türlü velâyet vardır; velâyet-i uzma; son Peygamber'in velâyeti, velâyet-i kübrâ, diğer Peygamberlerin velâyeti, velâyet-i vüstâ; Evliyanın velâyeti, velâyet-i suğrâ; müminlerin velâyeti. (M.C.)
alıntı
Fıkıh alanında velâyet, başkası üzerindeki tasarruf ve söz hakkını ifade etmekte olup, başkaları adına onların rızaları aranmaksızın hukukî işlemde bulunma yetkisi anlamına gelmektedir. Bu yetkiye sahip kimseye velî denir. Bu manada velâyet genel olarak velâyet-i âmme ve velâyet-i hâssa olarak ikiye ayrılır. Ayrıca bu iki kısımdan biri içerisinde olmakla birlikte, yetki alanına veya konusuna göre de velâyet çeşitli isimler almıştır. Meselâ, velâyet-i cerâim, velâyet-i kazâ, velâyet-i kısas, velâyet-i nikâh, velâyet-i zatiyye bunlardandır.
Velâyet-i âmme; umum mallara ve fertlere şamil olan velâyettir. Devlet başkanı, onu temsil eden, onun adına iş gören vali, hâkim gibi genel olarak velâyet hakkına sahip kişilerdir. Velâyet-i hâssa ise, kâsır olan kişinin mâlî ve şahsî işlerini yürütmek üzere, kanunla veya mahkeme kararıyla tayin edilen velînin velâyet hakkını ifade eder. Babanın, dedenin, amcanın velâyeti böyledir. Velâyet-i hâssa, velâyet-i icbâr ve velâyet-i ihtiyar olmak üzere ikiye ayrılır. Velâyet-i icbâr, velâyeti altında bulunan kimsenin rızasını almadan hakkında tasarrufta bulunma yetkisini, velâyet-i ihtiyâr ise, zorlayıcı olmayan, velâyeti altında bulunan kimsenin rızasıyla onun hakkında tasarrufta bulunabilme yetkisini ifade etmektedir.
Vesâyet sadece malî tasarruflarda söz konusu iken, velâyet kâsırın, yani çocuk, deli, bunak ve diğer mahcûr kişilerin mallarında ve şahsî işlerinde tasarruf yetkisine sahip olmaktır. Velâyette öncelik hakkı babaya aittir. Bundan sonra babanın belirlemiş olduğu vasî gelir. Daha sonra sırasıyla dede, dedenin belirlediği vasî, hâkim, hâkimin atamış olduğu vâsi gelir. (İ.P.)
Tasavvufta velâyet ise, Hakk'ın kulunu, kulun da Mevlâsını dost edinmesi, Allah ile kulu arasındaki karşılıklı sevgi ve dostluk; Allah'ın kulun, kulun da Allah'ın velisi (vekili) olması demektir. Kur'ân'da, Allah'ın müminlerin velisi (dostu), takvâ sahibi müminlerin de Allah'ın velisi olduğu belirtilmektedir (Bakara, 2/227; Enfâl, 8/34). Allah'ın kulunu dost edinmesi, kulun tüm işlerini yönetmesi, kulun Allah'ı dost edinmesi ise yalnız O'na kulluk etmesi ve boyun eğmesidir. Bir âyette Allah'ın dostlarına korku olmadığı ve onların üzülmeyecekleri bildirilmiştir (Yûnus, 10/62). Hemen peşinden gelen âyette ise Allah dostlarının nitelikleri sıralanmıştır. Bunlar inanmak ve takva sahibi olmaktır (Yûnus, 10/63).
Mutasavvıflara göre dört türlü velâyet vardır; velâyet-i uzma; son Peygamber'in velâyeti, velâyet-i kübrâ, diğer Peygamberlerin velâyeti, velâyet-i vüstâ; Evliyanın velâyeti, velâyet-i suğrâ; müminlerin velâyeti. (M.C.)
alıntı