Neler yeni

Welcome to SATBİL FORUM PAYLAŞIM

Join us now to get access to all our features. Once registered and logged in, you will be able to create topics, post replies to existing threads, give reputation to your fellow members, get your own private messenger, and so, so much more. It's also quick and totally free, so what are you waiting for?

Bir Satbil Forum Efsanesi

Satbil Reklam Alanı

Satbil Forum Reklam

Insan hayatina yön Verecek konular( Yazilar Dizisi.)

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
00:08
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Erdemlerin Yasami.

Saflık,
tüm erdemlerin “anası”dır.

Derin düşünce,
tüm erdemlerin “anahtarı”dır.

Neşelilik,
tüm erdemlerin “kanıtı”dır.

Tatlılık,
tüm erdemlerin “tadı”dır.

Değişmezlik,
tüm erdemlere “köprü”dür.

Uyumluluk,
tüm erdemleri beraberinde “getirir”.

Olgunluk,
tüm erdemlerin “koruyucusu”dur.

Cesaret,
tüm erdemlerin “yüreği”dir.

Serinkanlılık,
tüm erdemlerin “abidesi”dir.


Sabır,
tüm erdemlerin “kalesi”dir.

Sevgi,
tüm erdemlerin “kralı”dır.

Huzur,
tüm erdemlerin “kraliçesi”dir.

Alçakgönüllülük,
tüm erdemlerin “temeli”dir.

İnanç,
tüm erdemlerin “ıtırı”dır.

Hoşgörü,
tüm erdemlerin “tacı”dır.

Hoşnutluk,
tüm erdemlerin “tahtı”dır.

Feragat,
tüm erdemlerin “süsü”dür.

Saygı,
tüm erdemlerin “gösterisi”dir.

Dünyadaki en değerli şey insan olduğuna göre, insanlarında en değerlisi erdemli olanıdır.
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
00:08
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Vefa Insana yakisir.

Hep yüzü düşünülür yaşamın. Hep yüzünden bakılır aynaların. Aynalar yalan söyler. Aynalar hercai. Fallardan medet umulur, düğümler öyle çözülür. Devir böyle bir devirdir. Bir çekirge bakışlı gece, iner günün üstüne. Çatlar kabuk bağlamış yüreklerin mahzenleri. İsyan ve sancılar, seherlerin hüznüne sarkar. Kim söylemişti hatırlamıyorum. “Zaman yosmadır”, diyordu şairin biri. Vefasızlığın ellerinde zaman, yosmadır. Zaman değince üzerine, mavi solar, beyaz kirlenir. Adı kalır sayfalarda, zaman taştan sert... Bunu yıllar bilir.

Ardından yeni yıllar gelir.
Her gelenden bin sadakat beklenir.
Vefa, artık İstanbul civarında bir semtimizdir.
Oysa vefa insana yakışır.

Vefa rüzgarı, bizim semte uğramayalı ne kadar zaman oldu bilmiyorum. Aylar geçiyor, yıllar geçiyor, bu rüzgardan haber alamıyoruz. Zaman akıyor. Ruhumuzu avuçlayan keşakeş kavgalara duruyor benliğimiz. Bilmediğimiz, sorgulamadığımız,üç günlük kaygılar örtüyor ufkumuzu.

Mahrem-i esrarımız, çapkın rüzgarların diline düşmüş. Yapılan tüm iyiliklerin üzerine kar yağıyor. Bin serzeniş düşüyor üzerine. Lime lime olan bakışlarımız elemli, firkatin kadranında. Dimağlarımıza vesvese yağıyor. Tılsımlı zamanlar gitti gideli, vefasız yağmurlar yağmalıyor ruhumuzu... Salkım saçak sevgiler düşmüyor yüreğimizin kuytularına. Sevgiler yalın ayak. Kıymıkları acıtıyor içimizi. Ruhlar kurak ve firari.

Gönüller, kayboluyor eflatun düşlerin sadakatine...
Vefa rüzgarları esmiyor semtimize...


Özlemle bekleyen bir yüreğe, sevgisi ertelenmemiş bir gülü uzatmak... Düşüncesi bile sızmazken ruhumuza, sebepsiz ayrılıklar keser cezamızı. Sürgünlere düşer yüreğimiz.Kan kırmızısı şafaklar gözyaşlarıyla ıslanır. Bu kaçıncı uykusuzluk, kaçıncı yalnızlığımızdır? Günbatımları hüznümüzü kamçılar. Duyguların taş duvarlarını yıkıp geçen vefa rüzgarları uğramazken semtimize, demet demet sevgi sözcükleri yalandan düşer önümüze. Yalancı güzellikler sahte cilalarla parlatır ufkumuzu... Hangi sabahlara günaydın! diyeceğimizi bilsek de , hangi dikenin kanatacağını, hangi rüzgarın üşüteceğini öğrensek de, hangi dalın kırılacağını bilmez kırılganlığımız.

Güneş çerçevelenir riyanın cilasıyla...
Ancak...
Vefa rüzgarları bir türlü esmez üstümüze.


Yusuf’u zindana mahkum eden sadakat, vefa, biz de adı hiç anılmayandır. “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” diyen bir kültürün içinden öğrenmediğimiz, içimize katamadığımızdır vefa... Ebubekir’i, Ebubekir sıddık yapandır... Hz. Ömer ile vefa yarışında tarihe düşen adımlar atmasıydı onu yüce kılan. Biz böyle gönül erlerini de unuttuk. Unuttuklarımızı saymadan, kapı artlarına kitlediğimiz hatıralar içinden bir türlü görmediğimiz, göremediğimiz vefa esintisi, bir yaprağı bile kıpırdatmadan uyur kalır düşlerimizde. Deniz taşı örtmezken, bulutlar güneşi sonsuza kadar kapatmazken, bir insanın kalbinde hiç uyanmadan bekler. Sonsuza kadar. Yeryüzünde insana mahsus bir yetidir böylesi bir hiçlik.
Bağbozumu günlere dakikalar kala, gün kararıp gölge düştüğünde aynaların üzerine bin kirpik ıslanır üşenmeden. Gün yüzü görmemiş duygular, çoğaldıkça çoğalır. Bir yüzü kırılır aynaların.
Vefa solgun bir ay ışığı, iner çöllere...

Uzak bir ülkenin, dilini bilmediğim ağıdı olup, titrer kalbimin derininde buz kıvamında bir türkü. Beden kendi başına, ruh kendi başınadır.... ölüm çağırır ansızın. Güneş solar, mum tükenir..Son nefesinde bir adam vefayı düşünür. Helalleşemedikleri, sevdikleri sevmedikleri,sevinçleri,hüzünleri geçer aklından. Şeyh Küşteri’den beri hiçbir yönetmenin perdeye aktaramadığı bir sahne geçer zihninin beyaz perdesinde. Takvimler donar kalır duvarda. Akşamın kızıl saçlarında bir gün kaybolur. Vefasızlık sonsuzluğa demlenir...
Akıbet gelir geçer demişler.
Ve ..
Bizi de bulur.
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
00:08
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Umut Cicekleri.

Evet, kaybeden biziz.
Üzülen, acı çeken…
Biz, hayatı yaşarken; onlar, kazanmış olmanın hesaplarını yapanlardır.
Bütün acılarımızdan, kayıplarımızda, üzüntülerimizden daha büyük; hepsine bedel umudumuz var bizim.

Kan, göz yaşı ve barut kokusu içinde çember çeviren, umarsız çocuklardır bizim umudumuz.
Unutulmuş dağ başlarında, bir başınalığın görkemini kuşanmış, her dem taze kalan çam ağacı,
Kendisinden taşan şehirlerde, kalbi yürek kafeslerine dar gelen acılı babalar,
Çağının anlayışının üzerinde hakikat söyleyen Hallac-ı Mansur'un asıldığı dar ağacında, dinmez bir titreyişle titreyen, o yağlı urgandır bizim umudumuz.
Haksız bir savaşta en geri safta yürüyen, insanlarla barışık askerdir,
Yarım bırakılmış bir şiire eklenecek kafiyesiz bir kelimedir,
Ele ele tutuşmuş, sonsuzluğuna uzanan yollardır,
Gözlerini son hudut olduğunu bilen, göz çeperleri göz yaşları ile donatılmış annelerdir,
Dervişlik hırkasını dahi geride koyup, hiçlik libasını giyen Yunus'tur,
Göç yollarında serin serin akan, kurumuş dudakları yeşerten bulaklardır, bizim umudumuz.

Onlar, umutları olmayanlar yani hayatı kazananlar...
Hayatı kazananlar; çember çeviren çocuklarla, çam ağaçları ile, acılı babalarla, dar ağacında titreyen iple, geri saftaki askerle, kelimelerle, uzayıp giden yollarla, gücünü göz yaşlarında gösteren annelerle, dünyayı kaybeden Yunus'la, serin akan bulaklarla kavgalıdırlar.

Evet, umudumuzu kaybettik!
Bire bin veren münbit topraklar kadar umutsuzuz.
Umut kervanına katılan, masum gülücüklerle, ezgilerle umudumuzu örgütleyen bebekler kadar umutsuzuz.
Göz yaşları ile yıldızları aydınlatan dolunay kadar umutsuzuz.
Kokusunu rüzgara katıp kıtalar dolaşan çiçekler kadar umutsuzuz.
Kanatlarını henüz bezemiş kelebekler kadar umutsuzuz.

Birileri bize, umutsuz kalmadığımızı söylüyor:
Doludizgin koşan, binicilerini zaferlere taşıyan atlar, umutsuz olmadığımızı söylüyor.
Elimizde beslenmiş, ürkek ceylanlar, umutsuz olmadığımızı söylüyor.
Her bahar bize selam veren göçmen kuşları, umutsuz olmadığımızı söylüyor.
Kabzası, firuzelerle süslenmiş, kınında unutulmuş kılıçlar, umutsuz olmadığımızı söylüyor.
Dilinde, ağular gizli, güneşe kuğuran kumrular, umutsuz olmadığımızı söylüyor.

Umudum umudun olsun da sen gör bak, nasıl değişir dünya?
Mansur, pişmanlıkla bakan gözler önünde iner dağ ağacından.
Çocuklar, ışıltılı bahar sabahlarında korkusuzca çember çevirir.
Çam ağacı bir birliktelik yemini eder ve dağlarda ahenkli bir koro duyulur.
Askerler, bulundukları saflarda niçin bulunduklarını sorgular.
Şiirler, en kafiyeli kelimelerle yazılır.
Ayrılığa kavuşma ilmiği atan yollar sonsuzluğa uzar.
Annelerin göz yaşlarında taze gökkuşakları belirir.
Yunus'la çözülür, dünyanın dili.
Bulaklar, coşku ile çavlanlara dönüşür.

Umut kervanı, dünyanın her yerinde bahar münadisi yağmurlar gibi nağme neğme yağıyor. "Umut, yalnız umudu olanları ısıtır, umudun değerini bil ve umut ülkesinde kış olmadığını unutma."

Geride kalanlar, evet, onlar geride kalanlardı, başları önlerine eğik...
Umut kervanına katabilecekleri bir umutları yoktu; umudu taşıyacak yürekten de mahrumdular. Onlar geride kalmaya yazgılı, umutsuz kalmaya yazgılıydılar.

Umut çiçekleri filizlendi, kökleri tarih kadar derinlerde. Siz de bir umut bağlayın kalbinizi en naif yerine, umutla yeşersin, dünyayı sarsın.

Umut dünyanın en anlamlı şiiri; şiiri umudun duası, dilinde şiiri eksik etme.
"Ne yapsam
döl saçan her rüzgârın
vebası bende kalacak
varsın bende biriksin
durgun suyun sayhası
yumuşatmayı bilen ateş
öğüt sahibi toprak
nasıl olsa geri verecek
benim kılıcımı."
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
00:08
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Semazenler.

Mevlevilik felsefesi, 800 yılı aşkın bir süredir “Sema” ile gelecek kuşaklara taşınıyor. Felsefenin öncüsü Mevlana'nın ilahi aşka kavuşması, her yıl Aralık ayında 15 gün kesintisiz süren törenlerle kutlanıyor.


43_996011.jpg


Geçtiğimiz yıl, 15 gün süren “Mevlana Vuslat Yıldönümü” kutlamaları, yani “Şeb-i Aruz” törenlerinin yapıldığı Konya Mevlana Kültür Merkezi, izleyiciler tarafından tıka basa dolmuştu. Sema gösterisi öncesi, musiki konserleri verilmiş, Ankara Üniversitesi Farsça öğretim görevlisi Dr. Halil İbrahim Sarıoğlu Mevlana'nın ünlü eseri Mesnevi'den alıntılar ile etkili bir konuşma yapmıştı. Ardından aynı metni İran, Tacikistan, Afganistan gibi Farsça konuşulan ülkeler için kendi dillerinde aktarmaya başladı. Salondan konuşma boyunca coşkulu alkışlar yükseldi. Binlerce insan uzak ülkelerden Konya'ya, Şeb-i Aruz'a katılmaya gelmişti anlaşılan. Salonda uzak diyarlardan gelen, anadili Farsça olan insanların yanı sıra Avrupa ve özellikle Uzakdoğu'dan da birçok yabancının bulunması Mevlana ve Sema törenlerinin dünya çapında gördüğü ilginin küçük bir ispatı gibiydi.


43_9962.jpg


Mevlana'ya yönelik ilgi, her yıl artarak devam ediyor. Mevlana'nın doğum günü 30 Eylül olmasına karşın, ölüm tarihi olan 17 Aralık'ta yapılıyor “kutlama”. “Düğün gecesi” anlamına gelen Şeb-i Aruz günü, “Mevlana'nın ilahi aşkı olan Allah'a kavuşması”nı ifade ediyor. Şeb-i Aruz, anlamına geliyor. Bu tarihten onbeş gün önce, Konya Mevlana Kültür Merkezi'nde günde iki defa sema gösterileri yapılmaya başlanıyor. Şeb-i Aruz gününde de bu gösterilerin sonuncusu gerçekleştirliyor. Semazenler, geleneksel ve kutsal rutinleri sonrasında semaya başlıyorlar. Sema ederken sağ ellerini yukarıya, sol elerini de aşağıya bakacak şekilde çeviriyorlar. Bu duruş, Mevlana'nın "Allah'tan aldıklarını kendisine mal etmeden halka ulaştırmasını ve kendisinin bedenen önemsizliğini ” temsil ediyor.


43_9961.jpg



Mevlana, küçük yaşlardayken babası Alim Şeyh Bahaddin Veled ile Moğol istilası sonucu, bugünkü Afganistan'ın Belh şehrinden zorunlu göç ederek Selçuklu başkenti Konya'ya yerleşti. Babasından ve dönemin alimlerinden aldığı eğitimle, manevi yolculuğuna bu şehirde başladı. Dönemini ve sonrasını etkisinde bırakacak felsefesini yine bu şehirde geliştirdi. Mevlevilik, Mevlana'dan sonra oğlu Sultan Veled ve torunu Ulu Arif Çelebi tarafından Mevlana'nın felsefesi etrafında oluşturulmuş bir tarikattı. Mevleviler, Allah'a ulaşmak için musiki ve semadan oluşan bir zikir ayini yapardı. Başlangıçta sema ayinleri düzensizdi; belirli kuralları olmadan içten geldiği gibi icra edilirdi. Mevlana tarafından da Konya çarşısındaki Kuyumcu Selahaddin'in dükkanından gelen çekiç seslerine uyarak, spontane ve kuralsız yapılan sema daha sonraları disipline edildi ve 15. yüzyılda son şeklini aldı. Günümüz Türkiye'sinde sema törenleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Konya Türk Tasavvuf Müziği Topluluğu'ndaki sema grubu tarafından gerçekleştiriliyor. Bunun yanı sıra başka şehirlerde ve ülkelerde de mevlevihaneler mevcut. Ayrıca bir kuruma bağlı olmadan belirli bir ücret karşılığı gösteri mahiyetinde sema eden gruplar da söz konusu.


43_9963.jpg



Konya Türk Tasavvuf Müziği Sema Grubu'ndan Semazen Nuri Yılmaz, eskiden bir haftalık olan Şeb-i Aruz sürecinin on beş güne çıkmasının kendilerini fiziksel olarak yorduğunu söylüyor. Konya'da, bakanlığa bağlı kadrolu semazenlerin çoğunluğu elli yaş civarında. Nuri Bey, yaklaşık otuz yıldır sema ediyor ve bu ayinin bünyeye bağlı olmak koşuluyla altmış yaşına kadar yapılabileceğini söylüyor. Konya'da kadrolu olarak sema grubunda görev alan bir postnişin (dede), bir semazenbaşı ve on üç de semazen mevcut. Bunun dışında, kadrosu bulunmayan yirmi semazen de gösterinin büyüklüğünden dolayı dışarıdan kadroya dahil oluyorlar. Kadrolu semazenlerin dışındaki semazenler, geçimlerini sağlamak için yapılan bağışları kabul etmek durumundalar. Bu ücrete “niyaz” deniliyor. Sema etmek dışında geçimlerini sağlamak için ayrıca başka meslekler icra edenler de var.


43_9964.jpg



Günümüzde Semazen olmak için ilk koşul, Mevleviliğe gönül vermek ve bunun için kendini yetiştirmek. Ayrıca semanın teknik eğitimi de gerekiyor elbette. Sol ayak başparmağı, ortası çivili bir metrekarelik bir tahtaya sıkıştırılıyor ve bu şekilde 2-5 ay sema eğitiminden geçiyor adaylar. Küçük yaşta eğitime başlamak, sema tekniğini öğrenmek açısından daha avantajlı olabiliyor.


43_9965.jpg


Sema töreni öncesi kulisteki hazırlıklar tam bir ahenk içerisinde telaşsız ve özenli bir şekilde gerçekleşiyor. Semazenler gösteriden yaklaşık bir saat önce soyunma odalarında giyinmeye başlıyorlar. İçlerine giydikleri kıyafetlerden sonra sıra; tennure (beyaz elbise), kuşak, siyah hırka ve sikkeye (başa giyilen) geliyor. Her parça öpülüp başa konulduktan sonra giyilebiliyor. Ayrıca tennure eteğini sabitlemek için, diğer bir semazen ya da postnişin tarafından semazenin beline kalınca beyaz bir ip bağlanıyor. Bu sırada semazen iki elini arkadan ensesinde kavuşturarak ayakta duruyor. Daha sonra kısa bir sema gerçekleştirilerek kıyafet test ediliyor. Kulisteki tören öncesi hazırlık yapan semazenler, saygılı ve alçakgönüllü oldukları kadar neşeliler de. Soyunma odasında bir yandan ruhani bir hava hüküm sürerken bir yandan da fıkralar, espriler eksik olmuyor.


43_9966.jpg


Konya grubunun Başsemazeni Fahri Özçakıl, semayı kâr aracı haline getirenlerden yakınıyor. 1973 yılında on iki yaşında semazenliğe başladığı dönemden 1991 yılına kadar geçen süre içerisinde hiçbir geliri olmadan fedakârca girmiş bu yola. Günümüzde sırf ticari amaçla otellerde, düğünlerde, eğlence ortamlarında zikir yapmanın uygun olmadığını belirtiyor ve ekliyor: “Mevlevilik tarikat anlamında faaliyette değildir. Bizler, sadece Mevlevilik kültürünün 'Sema ayini' safhasını aslına uygun olarak yapma gayreti içerisindeyiz. Biz, Hz. Mevlana'nın zikrinin taklidini yaparak onun gibi Allah'a ulaşmak için niyazda bulunuyoruz.”


43_9967.jpg



Konya'daki Semazenler, inandıkları bir geleneği yaşatmanın gururu içerisinde, yaptıkları gösterinin öneminin bilincindeler. 800 yılı aşkın bir süredir Mevlevilik felsefesi, semayla gelecek kuşaklara taşınıyor. İhtiyaç duyduğumuz hoşgörü eksikliğine ilişkin “Ne olursan ol gene gel” diyen Mevlana öğretilerinin söyleyecek sözü var. Bu sözün duyulduğu bir dünyanın yakın olduğunu umuyor, en azından hayalini kuruyoruz.
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
00:08
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Gitmek, gövdeyle değil, gönülledir.

Gittiğiniz yerde gönülsüz bir gövde bulacaksanız, varışınız da boşunadır.
O zaman, gittiğiniz yere ulaşamazsınız, sadece varmış olursunuz.

Varmış olmak vuslata ermiş olmak değildir.
Vuslat, gönüle varmaktır. Sevgi dolu bir gönüle ulaşmaktır.
Vuslat gönül işi olduğu için, varmak da gövdeyle olmaz, gönülle başarılır.

Bu sebeple, gönül varışlarının vasıtaya ve maddeye ihtiyacı olmaz.

Biri kuzeyde, diğeri güneyde iken de, bir ve beraber olabilirler.
Mesafeler, birliğe, buluşmaya, kavuşmaya asla engel olamaz.
Bir olan gönüllerin arasına kilometreler giremez;
en uzak gurbet bile ayıramaz onları, unutturamaz.

Asıl mesafe, asıl uzaklık, yanı başındakini unutturanıdır.

''Dizimin dibindeki, Yemen'de; Yemen'deki de dizimin dibindedir'' der Mevlânâ...

Göremediğin gönülden ırak olursun.

Giremediğin gönüle eremezsin.

Hiç olmazsa, yanı başınızdakilerin gönüllerinde misiniz?
Yanı başınızdakiler gönlünüzde mi?
Aynı dili konuşanlar değil, aynı gönlü paylaşanlar anlaşırlar.

Aynı evde yaşadığı halde, ayrı olanlar vardır.
Çünkü yakınlık manevî varlığımızla sağlanır. Gövdelerin yakınlığı ile
gerçek yakınlık yakalanamaz.

Kafa ve kalp uyuşması,insanı yakından daha yakın eder,hatta tekleştirir.
Böylesine bir ve beraber olmuşları, hiçbir şey ayıramaz.

Hiç bir mesafe aralarına giremez.

Gönül ne kahve ister, ne kahvehane
Gönül sohbet ister, kahve bahane...
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
00:08
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
mutluluk(3).jpg

En çocuk yerinden başlamalısın hayata.


Hep baharlara yelken açmalı gönül gemin. Ve her mevsimin içinden geçtiği bir yürek olmalısın.


Geceye dökülen birkaç umut biriktirmelisin avuçlarında. Sonra işaret parmağından uğur böcekleri uçurmalısın: çocuk umutların ve masum tebessümlerin ülkesine.

En çocuk yerinden başlamalıymış hayata.


Hep bir ümit taşımalıymış yüreğinde, en umarsız zamanlarda bile. Tarihleri unutarak bazen, uzak iklimlerin sevdalara seslendiği yerde uyanmalıymış. Ve bazen akşam karanlığına karışan ağustos böcekleri eşliğinde sevdalı türküler tutturmalıymış. Büyülü bir coğrafya olmalıymış yaşadığın kent. Ve bu kentin kıyısına kurulmalıymış yaşamın.

Bilmem, ne kadar olmuştur yüreğimizdeki yargıç ruhuyla kendimizi yargılamayalı!


Ne kadar olmuştur, günlük telaşlardan başımızı kaldırıp hayatın ön yüzünde, görünür bir şekilde yaşamayalı!


Gökyüzüne ayak basarcasına uykulara dalmak, rüyalar denizinden inci çıkarmak varmış. Dünyanın tüm sevinçlerini yaşama özlemiyle dolmakmış gerçek mutluluk.


Çocuk olmak varmış.
 

@hmet

UZAKLARDAN
Local time
00:08
Katılım
23 Eylül 2006
Mesajlar
9,165
Tepkime puanı
48
Puanları
0
Yalnizlik.

Hiç yalnız kaldınız, yalnız yaşadınız mı bilmem. Hepimiz bazen yalnız kalmış, yalnızlığı yaşamışızdır. Ne zor, ne çekilmezdir yalnızlık. Hele bir de arayanınız soranınız, kapınızı çalan olmazsa... Yaşamak ve hayat adeta zehir olur size. Üzerine çöker bulunduğunuz yer. Ezilir, çırpınır durursunuz altında.

Duyuramazsınız sesinizi hiç kimseye. Ne kadar haykırsanız, ne kadar seslenseniz de. Bir sessizlik kaplar her yeri. Sıkıcı, ürpertici ve korkutucu. Korkunç duygular kaplar içinizi, deli edercesine, çıldırtırcasına. Ölümünüz gelir aklınıza, ürperir, korkarsınız birdenbire. Sanki yok olur yaşayanlarıyla koca şehir. Kaybolur dostlarınız, sevdikleriniz sessizlik içinde birer birer. Bazen duyulan bir ayak sesi eş olur, yoldaş olur yalnızlığınıza.


Kaynayan bir çaydanlığın tıkırtısı, yaşadığınızı hatırlatır size. Bazen de dışarıdan bir araba kornası. Korkutur, ürkütür, bozar sessizliğinizi. Bir ses duyarsınız evinizde, odanızda. Anlamlı, güzel bir ses. Bir radyo, bir televizyon sesi. Sorarsınız kendi kendinize, "Yaşadığım yalnızlığıma bu eş mi?" diye. Lakin anlamazlar onlar seni, cevap veremezler, veremezler sana. Gönlünce, yeterince. Ne yazık ki yine sen baş başa kalırsın yaşadığın yalnızlığında, yalnızlığınla beraberce.
Bazen duvarlar değil, sen gidersin duvarların üstüne. "Ne olur konuşun, konuşun! Benimle biraz dertleşin" diye. Ne bir ses verenin, ne de bir konuşanın olur. Ne de bir derdini dinleyen vardır yanında. Kavak ağacı gibidir yalnızlık. Ne kanadı vardır, ne de kolu. Bir hüzün, bir gariplik, bir mutsuzluk çöker içine. Ağlamaklı, karamsar, kimsesiz duygularla dolu. Gözünün önünde geçer hatıralar bir bir, bir sinema şeridi gibi. Bazen koca şehir dar gelir. Büyürsün, büyürsün, sığamazsın içine. Bazen de yalnız bulursun kendini, binlerce kalabalık içinde.

Sabah olur, uyanırsın. Ne bir gülen yüz karşılar seni, ne de bir ses olur dünyanda. Yalnızken güzeldir. Herkes gibi gezersin, dolaşırsın sen de. Doya doya her yeri. Hem de gönlünce. Ama gel de gör geceleri. Bir kabus, bir karabasan gibi çöktü mü üzerine. İşte o anda çekilmez olur yalnızlık. El ayak çekilip de herkes evine, köylü de köyüne gider ya. İşte o zaman yalnızlığını yaşarsın saniye saniye. İşlersin hayatında yalnızlığını ilmek ilmek.

Sana arkadaş, sırdaş, yoldaş olur, dost olur kara, kapkara, sonsuz geceler. İşte böyledir yalnızlık...
Yalnız kalmak istemiyorsanız, dostlar ve dostluklar da güzellik ve mutluluklar gibi hep sevgi, ilgi ister. Sakın sevdiklerinize karşı ilgisiz kalmayın. Onlardan uzak olmayın!
 
shape1
shape2
shape3
shape4
shape7
shape8
Üst